Biji Obama!
PKK’nın Kandil kolunu ve KCK’nin eşbaşkanlığını yöneten Cemil Bayık, geçen hafta, Avusturya’da yayımlanan der Standart gazetesine verdiği uzun mülakatta, asla yabana atılmaması gereken bir tez ileri sürdü ve çözüm süreci hususunda hükümetin herkesi kandırdığını, çözüm için niyet taşımadığını, bu yaklaşımın Türkiye’yi bir iç savaşa götürdüğünü iddia ettikten sonra aynen şunları söyledi:
“Çözüm sürecinin geldiği bu noktada artık üçüncü bir gücün gözlemci olması gerekiyor. Bu ABD olabilir. Uluslararası bir heyet de olabilir. Aracılara, gözlemcilere ihtiyaç var. Bizler Amerikalıları da (gözlemci olarak) kabul edebiliriz ve gördüğümüz kadarıyla o yöne doğru bir gidiş var.”
Bayık’ın iddiasını doğrulayan önemli bir olgu var. Uzun bir aradan sonra ABD askerî unsurları, Musul’dan sonra Erbil’e yönelen IŞİD saldırısı karşısında eyleme geçerek önce Erbil’i istiladan kurtardı; ardından dağlarda helâk olma tehlikesine maruz kalan Süryanileri himâye etti ve son olarak Kobani’nin düşme tehlikesine karşı yeniden devreye girerek YPG güçlerine havadan silah yardımı yaptı. ABD askerî unsurları ayrıca, Kobani’deki IŞİD mevzilerine karşı hemen her gün hava akını düzenliyor ve bu saldırıları Kobani’de bulunduğu tahmin edilen askerî uzmanlar yönlendiriyor.
Bu tabloya eklenmesi gereken son ayrıntı, Türkiye’nin hayli itiraz ettikten sonra peşmerge güçlerine kendi toprakları üzerinden geçiş izni vermesinde ABD yönetiminin ısrarına rıza göstermesiydi. Sayın Erdoğan’ın, bu şaşırtıcı U dönüşünü, “Zaten böyle olmasını ben teklif etmiştim” diyerek iç kamuoyuna izaha çalıştığını hatırlayacaksınız.
Bu gelişmeler, ayrıca vücut dili okuma uzmanı olmayı gerektirmeyecek kadar açık ve anlaşılır göstergelerdir: ABD sadece, vaktiyle kurulmasına önayak olduğu Irak topraklarındaki otonom Kürdistan bölgesini himâye etmekle yetinmiyor, Kobani’ye verdiği gözle görülür askerî destekle ‘Rojova Kürt Kantonu’nu da koruma altına alıyor. Kobani kasabası, Rojova kantonunun topraklarını birbirine bağlayan coğrafi özelliği sebebiyle önemliydi. Sayın Erdoğan’ın Fransa seyahatinde uluslararası kamuoyuna yönelttiği sitemi hatırlayalım; diyordu ki, “Niçin Kobani? Niçin İdlib, Hama, Humus, Deyr Ez Zor değil, Irak değil? Oralara yönelik eylem yapılmıyor da varsa yoksa Kobani?” Bu sitem haklıydı, çünkü IŞİD’in Kobani’yi almakla elde edeceği önemli bir stratejik avantaj yoktu; bu küçük ayrıntı çoğunluğun gözden kaçırdığı, “Niçin Kobani?” sorusuna cevap veriyordu bir bakıma.
Bu ihtimâlin büyük ciddiyet kazandığını görmemek mümkün değildi. Irak ve Suriye’deki otonom Kürdistan bölgelerine müzaheretini gizlemeyen ABD’nin, Türkiye’deki çözüm sürecini de -dolaylı da olsa- etkilemesi bir mânâda kaçınılmazdı. Peşmerge güçlerinin 29 Ekim’de Türk topraklarından geçerken karşılaştığı sevgi gösterilerinde atılan “Biji Obama!” sloganı birkaç kişinin sempatisinden daha fazlasını ifade ediyordu bana göre. Bu düşüncemi geçen hafta şu satırlarla ifade etmiştim: “Müzakereler de anayasal hududu aşıp devletler hukukunun kapsamına giriverdi. Şimdi söz ‘uluslararası arabulucular’a geldi dersem, kızarsınız; öyleyse söylemiyorum.”
Hükümet sözcüleri, çözüm görüşmelerinde bir nevi arabulucu, bir ‘üçüncü göz’ arayışı olarak ABD şıkkını hemen reddetti fakat Ortadoğu coğrafyasında son 20 senede olup bitenler bize anlatıyor ki “Üçüncü göz” kavramı ve bu görevi kimin yerine getirebileceği yolundaki spekülasyonlar, sıradan bir gevezelikten ibaret değildir. Aksine son derece etkili olabilen bir diplomatik manevra avadanlığı hâlinde gündeme gelebilir!
Çözüm sürecinin ilk safhasında yanlış iliklenen düğme, sonraki adımlar ne kadar iyi niyetle atılmış olursa olsun sakamete uğrattı. Yanlış düğme bana göre, TC Devleti’nin, ne pahasına olursa olsun silahlı isyancılarla barış yapma arzusuydu. Sonraki yanlış adımlardan en önemlisi ise “Nasıl olsa şehit cenazesi gelmiyor; PKK da yavaş yavaş silah bırakır artık” düşüncesiyle PKK’nın güçlenmesine seyirci kalmaktı.
En başından beri doğru olan, PKK ve uzantıları yerine, bütün Kürtleri temsil eden bir siyasi heyetle masaya oturmaktı. PKK ile pazarlık etmek, ne yazık ki bugün Türkiye’yi, ne olursa olsun çözüme mahkûm bir yere sürükledi.
Bu raddeden sonra uluslararası arabulucu veya üçüncü gözlerin zuhûru şaşırtıcı olmaz.
Türkiye’yi yöneten irâdede, barışı yeniden tasarlayacak bir enerji var mı: Mesele budur!