Bi daha, bi daha!..
Bizim iki oğlan, Türkiye formalarını sırtlarına geçirip zafer konvoyuna katılmak için evden çıkarken oturup bu müthiş maç hakkında yazı yazmak haksızlığın daniskası. Şehir birdenbire sessizlikten silkinerek sokağa döküldü; pencerelerden ev hanımları bayrak sallamaya başladılar. İlhan'ın golünden sonra hep birlikte havaya sıçramışız; en yüksek yerde 72'lik kayınvaldemi de aramızda görmek bile şaşırtmadı.
Çocuklar gibi sevindik; ne kadar hasretmişiz sevinmeye!
Sağolun gençler; sağol Şenol hoca!
.......
Bu maçın kritiği olur mu? Olur! Olmalı, çünkü kupayı istiyoruz!
Senegal'i sahada tanıyamadık; Fransa'yla baş başa maç çıkarıp yenen takım, Türkiye karşısında afyon yutmuş gibi hareketsiz ve tutuktu; sebebini sonradan çözebildik çünkü "şerefli mağlubiyetler" zamanında bu hâleti biz yıllarca yaşamıştık. Hariçten bakılınca futbol cambazı gibi görünen Senegalli yıldızlar Türkiye'den korkuyorlardı ve bizim takımın gücünü şüphesiz bizden daha iyi tahlil edebilmişlerdi. Bundan önceki yazılarımızda hep o güce işaret etmeye çabaladık ama mesele anlaşılamadı. Harika fikstürün Türkiye'ye açtığı kulvarı görenler için ne yarı final, ne final ne de kupa sürpriz değil.
Şenol Güneş'i tebrik ediyorum; teknik direktörlük kariyenin en iyi maçına çıkardı ve takıma çok güzel oynattı. Maç boyunca yegâne hatâsı Hakan Şükür'ü tek forvet oynatmak ve İlhan'la forveti ikilemek yerine Hakan'ı oyundan çıkarmaktı. Nitekim Hakan Şükür oyundan çıktıktan sonra gol pozisyonu zenginliğimiz dikkat çekici biçimde azaldı. Benim görüşüme göre forveti ikileyebilseydik maç uzatmalara kalmazdı.
Bizimkiler Arap tayı gibi maç oynadıkça açılıyorlar. Maçın yıldızı değil yıldızları vardı: İlk dakikalarda biraz aksasa da Alpay müthiş oynadı. Fatih Akyel kusursuz ve son derece faydalıydı. Emre, taşıdığı "Avrupalı" markasının etiketten ibaret olmadığını gösterdi. Ergün maça tutuk başladıysa da klasını konuşturmayı bildi. Bülent artık klasik bir futbol değeri haline geldi. Rüştü yüzde yüz güven vericiydi ve hiç bir zaman yüreğimizi ağzımıza getirmedi. Yıldıray'ı anlatmaya gerek yok; tekniği ve futbol aklı ile yorgunluğunu hissettirmeden akınlarımızı yönetti.
Ümit Davala oyunuyla Milan'a gitmeden önceki günlerdeki olgun, sakin ve bitirici futbolunu hatırlattı. Hasan Şaş, Japonya maçındaki kafa karışıklığından kurtulmuş göründü, faydalıydı.
Tugay'ın Blackburn'da ve özellikle Avusturya maçındaki dikine futbolunu hâlâ aradığımı söylemeliyim. Hakan Şükür'e gelince tek kelimeyle dramatik pozisyonlar kaçırdı ama bir gerçeği artık kabullenmemiz gerek:
Hakan Şükür'ü olan takım, onu sahada tutmak zorundadır. İlhan Mansız ise çabukluğu ve gol yollarındaki sezgisi ile Türkiye'yi sevince garkeden "altın vuruş"un adamıydı.
Gelelim Brezilya maçına; lâfı eğip büğmenin mânâsı yok. Türkiye, Brezilya'yı rahatlıkla kupa dışı bırakacak futbol kimyâsına sahip olduğunu, çeyrek finalin en zevkli futbolunu sergileyerek ispatladı.
Şenol Güneş'in defans kurgulamakta gösterdiği yönetici aklı, artık hücum hattında da göstermesini bekliyoruz.
Hayır, bu kadarı bize yetmez, daha fazlasını, en fazlasını istiyoruz çünkü biz bu kupaya lâyıkız; bizim dışımızdaki üç takımdan daha iyiyiz. Futbolla ilgilenen herkesin bildiği bu gerçeği hazmettiğimiz anda kupa, Türkiye'de dönen Milli Takımımızı getiren uçağın içinde olacaktır.