Beşiktaşlılar; hakperest olunuz!

Tarihin öğrettiği en derin trajedi hakikatin incitilmesidir. Trajiktir çünkü hakikatin intikamı serindir; tecelli etmesine eder de illiyetini bilemediğimiz için teşhisinde yanıldığımız olur.

İnsanın en mânidar duruşu ise, hakikat karşısında takındığı tavırdır. "Adam gibi adam" olmanın mânâsı bu duruştadır. Biz ki hakikati değil incitmek, tam kırk yerinden bıçaklamak için endüstri icad etmişiz. Âhı yerde kalmaz, acısı bir gün çıkar demiyorum zaten o derd ile mecrûhuz.

Futbol bir "oyun", ama onun da kendince hakikati var; ilki oyun olduğunu unutmamak, ikincisi oyunda bile hakikati incitmemek. "Oyun" mecazını ciddiye almak gerek; küllî hakikat karşısında oyun derekesine düşmeyen ne var ki hayatımızda (Rahman: 26-27)? "Elim sende" oynarken bile dürüst, hakperest olacaksınız. Elim sende'yi hayatının merkezine koyanlar da "elim sende"nin hakikatinden sual olunacaklardır. Hakikat karşısında tek bir duruş vardır; neyi oyun ittihaz ederseniz edin.

Gazetelerin, televizyonların futbola bu kadar fazla yer ayırmasını aslında yadırgamalıyız ama alıştık gitti bile; vahim olan futbolun kendisi değil, ona hayatımızda ayırdığımız yer. O hacmi şöyle veya böyle doldurmakla ekmeğini kazanan insanlar var. "Şöyle veya böyle" ne demek? Hakikat her zaman eğlendirici, sürükleyici ve câzip değildir; onu, tabiatını bozmadan allayıp pullamayı becerenlere lâfım yok lâkin bir gönden kaç çarık çıkacağı da belli. Basit bir oyun; orta zekâlıların bile anlayıp zevk alacağı kadar kuralları sade bir oyun. Bu sadelikten paranoyak vehimler istihrâc etmek ise hiç sağlık alâmeti görünmüyor bana.

Beşiktaş Samsun maçını yüz binlerce insan seyretti, neler olup bittiğini gördü. Şu espriyi nihayet fark edebildim; biz maçı değil, maç sonrasının dedikodularını seviyoruz. Batılılarla zihin itibariyle ayrıldığımız mühim bir fark bu. İş dedikoduya kalınca kîl ü kaal'ün hammaddesi lâftır; kalitesiz seviyede üretebildiğimiz belki de yegâne şey.

Ey Beşiktaş camiası, hakperest olunuz (ki biz sizi öyle bilirdik); oyuncuların mânâsız yere kapıldığı gerginliği görmezden gelip, yevmiye üç dört kere ağız değiştirmeye ne gerek var? (Kulüp Başkanı'ndan söz ediyorum). Önce mâkul, soğukkanlı ve temkinli bir beyanat, ardından "hakem zaten doldurulmuştu" gibi kendi taraftarlarına yönelik bulanık mesajlar. Yapmayınız; futbol size anlamlı bir hayat tarzı gibi görünebilir ama futbolun da hakikati var. O maçın hakikati, lig ortalamasının çok üstünde bir kaliteyle hakemin kararlarında tecelli etti. Şanssızlık deyin, sinirlerimize mağlup olduk deyin, bir daha olmaz deyin ama CHP'nin yaptığı gibi meseleyi bir gerilla savaşına dönüştürmeyin lütfen. Maçı kendi hatalarınızla kaybettiniz ve bitti.

"Taraftarlığın lüzumu yok" diyeceğim, lâyıkınca anlaşılmayacak: Taraftarlık, tadında bırakıldığında güzel şeydir ve az çok insanı tarif eder, lâkin hakikat duygusunu taraftarı olduğu şey uğruna iğdiş edecek kadar idrak melekesini bile-isteye arızaya uğratmakta lezzet yoktur; o bir patolojik haldir ve kesinlikle tedavisi gerekir. Kulüp taraftarlığının, insanda "fert" olmak lüzumunu iptal edercesine keskinleştirip tervic edilmesi futbolla değil, eğitim felsefemizle alakâlı bir zafiyet.

Saçını sakalını futbol değirmeninde ağartmış bir emekli futbolcu, becerebildiği kadarıyla maç sonrası yorum yapıyor: "Ben bu hakeme kendi paramla bir zurna alayım da bundan sonra zurna çalsın!" A beyim, yorumun o kadarı kahvelerde de yapılıyor, senin farkın ne? İşte zurnanın "zırt" çektiği yer!

..

Hakikati incitmeyelim çünkü o bizim mahşerdeki urbamızdır.


Kaynak (Arşiv)