"Ben sporcunun zeki, çevik, ve..."
Doktora çapında masaya yatırılmaya ve didiklenmeye sezâ bir örnek hâdise ile karşı karşıyayız.
Olimpiyatlara bir hafta kala bir bayan sporcumuz oyunlardan çekildiğini açıklıyor; daha doğrusu sporcumuz değil de, basının kullandığı tâbirle "hocası ve kocası". Olabilir, sakatlık, hastalık türünden talihsizlikler her sporcunun başına gelebilir ama basına aksedenlere göre bu, talihsizlikten başka kavramlarla izahı gereken bir skandaldır.
Bu hanım sporcumuz, takriben bir sene önce katıldığı ve rahatça kazanabilecek iken çaresizliğe mıhlanmış bir tempoyla ikinci olabildiği son uluslararası yarışmada da böyle garip bir gerekçeye sığınmıştı; o günlerde de yine "hoca ve koca" faktörü gündeme geldi ve spor kamuoyu, her sporcu hanımın mutadı sayılmak gereken bu özrü bile olgunlukla karşıladı. Birkaç ay önce ise Türkiye"ye olimpiyatlarda bir atletizm madalyası getirmesi beklenen hanım sporcumuz, Antalya"da atletizm tesisinde görevli kapı görevlisi ile tartıştığı için gündeme geldi. Yanlış hatırlamıyorsam meseleye, genel müdür ve bakandan sonra başbakan bile dahil oldu ve altın madalya gelecek yerden iltifat ve alaka esirgenmedi. Halbuki bu meselede bana tesis görevlisi arkadaş haklı gibi görünmüştü ama hiç kimse potansiyel bir olimpiyat şampiyonu ile 657"ye tabi bir memuru haklılık kulvarında yarıştırmaya yanaşmamıştı.
Açık söyleyeyim; ben de sporcunun "adam gibi adam" olanını sevenlerden biriyim. Sporcunun şahsiyetini ve spor ahlâkını bir kenara bıraktığınız zaman spor dünyanın en lüzumsuz işi gibi görünür; birinin 1500 metreyi bilmem kaç dakika ve saniyede koşmasından, ötekinin bilmem ne kadar ağırlığı başının üstüne kaldırmasından bana ne? Aynı işi otomobiller ve forkliftler daha iyi yapıyor netice itibariyle. On paralık bir merdiven, bir yüksek atlamacı atletin gördüğü işi daha ucuz ve emniyeti şekilde yerine getirir. Sporu nazarımızda değerli kılan şey, insanın fiziki sınırlarını ne kadar zorlayabileceğini merak ettirmesi değildir; bedenî kabiliyetlerle zihnî disiplin arasındaki sağlıklı irtibatlardır ve sırf bu sebeple olimpiyatlar aynı zamanda bir karakter şölenidir.
Türkiye"nin Ruhi Sarıalp"den sonra atletizmde bir olimpiyat madalyası kazanamaması milli çapta bir aşağılık kompleksi haline getirildi; bu hassasiyeti anlarız ama madalya getirecek diye sporcu kaprisiyle jelatinlenmiş huysuzluk ve şımarıklığa tahammül gösterilmesini anlamak kolay değildir. Siyasi otorite tarafından bile sabır ve hoşgörüyle karşılanan bir dizi davranış hazımsızlığı neticede feci bir duvara çarparak durdu: Doping!
Doping, sporun "şirk"i. Olimpiyatlara bir hafta kala, doping testinden kaçınmak için bir başkasına ait nümûneleri vermeye kalkışmanın anlamı nedir? Profesyonellikten başka her şey. Profesyonellik, bir işten para kazanmak değildir, tam aksine o işe saygı duymak, onu çok ciddiye almak ve gereğini adam gibi yerine getirmektir.
Sydney Olimpiyatları"nda 100 metre serbest müsabakası elemelerinde bütün yüzücüler çoktan yarışı bitirip duş yaptıktan hatta saçlarına fön bile çektikten sonra havuzda hâlâ acemi kulaçlarla çırpınan sporcuyu hatırlıyorum; seyirciler o sporcuyu acıdıkları veya güldükleri için değil, yaptığı işi çok ciddiye aldığını hissettikleri için alkışlamışlardı. O yarışın birincisini kimse hatırlamıyor ama sonuncusu unutulmayacak. Başarısız da olsa o bir profesyoneldi ama bizim "hoca-koca"lı atletizm timimiz, o profesyonellik anlayışının hâlâ çok uzağında görünüyor.
Alaturkalığın ne olduğunu hâlâ anlayamayan TRT yetkililerine ibret olsun; alaturkalık budur işte.