Ben imkânsızı istiyorum

Herkül Millas’ın dünkü Zaman’ın yorum sayfasında yayınlanan “Haliç’teki Asma Köprü” başlıklı yazısını görünce yüreğim hopladı, “Herkül bey benden önce davrandı, oysa ki kaç defadır yazmaya niyet etmiştim” diye hayıflandım.

Hâlâ okumadıysanız hararetle tavsiye ederim. Herkül Millas’ın yazısı, İstanbul’u yönetenlerin koca denizi geçip çayda nasıl debelendiğini pek güzel dille çevreliyor. Üzerinden metro geçirilecek yeni köprü, tek kelimeyle Haliç’e, Haliç’in dokusuna ve çevresine yakışmıyor. Esenboğa havaalanı yolundaki çakma asma köprülerin tekrarı; dallı budaklı, mebzul miktarda germe tel ve kazıkla Haliç’in ortasına dikilmiş çelikten bir çalı yığını.

Duymuş olsaydı o konuya da değinirdi herhalde Herkül Millas: Tarihi Haliç tersanesi, tarihi dokusu korunmak suretiyle yeniden ele alınıyormuş. Dün itibariyle ihalesi yapılacaktı. Hangi anafikirle nasıl bir proje ortaya çıkacağını henüz bilmiyoruz; işin kötü tarafı İstanbul’u yönetenlerin estetik algılarına ve zevkine zerre miskal güven duymayışımız. Yeni dikilen telli köprüden ilham alarak o “konsepte” uygun bir proje ile yüzyüze gelmemenin garantisi yok. Kötü niyetli miyim, fazlaca mı karamsarım; zannetmiyorum! Yeni köprünün Haliç bütünü içinde teşkil ettiği mânâyı örnek tutarak konuşuyorum.

Gezi patırtıları, İstanbullular’ın, İstanbul hakkındaki söz haklarını ve endişelerini suistimal etti. Aradan bir ay geçtikten sonra hâlâ Mersin’de, Ankara’da, şurda-burda “Diren Gezi” diyerek polise saldırmanın mânâsı açık; bu arkadaşların derdi İstanbul’a hürmet ve muhabbet değil, hükûmeti sersemletip yönetemez hale getirmek; bilakis “Diren Gezi” diye hırçınlığı artırdıkça, eleştirilmeyi hak eden onca icraatına rağmen hükûmeti daha dirençli hattâ mâsum gösteriyor protestocu esnafı. Başkaca anafikirleri yok; ne çevre, ne tarih, ne estetik! Tez zamanda sevimsiz ve haksız hale gelmelerinin sebebi de bu. Tamam, hükûmet hâlâ sürüp giden Gezi eylemlerinden ters istikamette siyasi enerji üretmeyi başarıyor ama “ben bir yerde hata yaptım” diyebilme özgüvenini de göstermiyor, hatta zayıflık işareti sayıyor. Zorbalık ve kanunsuzluk karşısında dik durmak yiğitliktir, eyvallah fakat yanlışta bile bile ısrar, o başka bir şey.

Öyleyse bir ara tesbitte bulunmanın zamanıdır; hükümet de muhalifleri de hayli sert cereyan eden bir siyasi kavga yürütüyorlar ve karşılıklı olarak bu kavgada kullanılan kavramlarla aralarında sahici ve samimi bir bağ bulunmuyor. Tarih mirası, çevre, yeşile saygı ne kadar çürütülmüş bir kavramsa, çoğunluk, demokratik hak, seçim de aynı derecede boş cephane kovanlarını andırmakta. Karakol inşaatına molotofla saldırmanın demokratik bir talep olduğunu savunurken “Dayan Lice” diye şirinlik yapmak nasıl bir mantığın eseri olabilir ki? Tabir caizse herkes kendi yoğurdunu yemek dâvâsında.

Şurası açık: İstanbul kimsenin umûrunda değil. Taksim’deki AKM binası için “Bugün olsa yine korunma kararı veririm, simge değeri yüksektir” diyebilen bilirkişi kafasıyla, Haliç’e çevresiyle uyumsuz bir çelik çalı yığınını layık gören anlayışın birbirinden farkı yok; siyâset yapıyorlar, sadece siyâset. Siyâset kötü bir şey mi; değil elbette ama kendinden daha yüksek değerleri tüketip fersûdeleştirmemek kaydıyla. Meselâ siyasi bir eylem, sadece kanuna, uluslararası normlara uygunlukla yetinmemeli, üstelik bir de ahlâki muhteva taşımalıdır ve böyle siyaset yapmak da imkânsız değildir.

“İmkânsızdır efendim” diyorsanız haberiniz olsun; ben imkânsızı istiyorum.


Kaynak (Arşiv)