Ben almayım, dokunuyor!

Yetmişli yıllarda en sık tekrar edilen terâne buydu. Politikacılar her gün milli birlik ve beraberlikten bahseder, yevmiye en az 7-8 delikanlı da takır takır vurulurdu sokaklarda.

O günlerde bu lâfta kendince bir kerâmet bulanlardan biri de bendim. Milli birlik ve beraberlikten anladığım şuydu; herkes benim gibi düşünürse kâfiydi ve dolayısıyla komünist, satılmış Moskova uşakları defolup gitmeliydi. Ah, milli birlik ve beraberlik olsa ne dert kalacaktı, ne kadar güzelleşecektik!

40 yıl sonra dönüp ardıma bakıyorum; hâlâ milli birlik ve beraberlik ihtiyacı içindeyiz; bir arpa boyu yol gitmişiz yani. Ne kıymetli mâdenmiş

bu yahu? İmdi şu ‘milli birlik ve beraberlik’ nedir arkadaşlar; tarif etseniz de artık öğrensek... Açıkça söyleyin; birlikte huşû ile titreşip rezonansa geçelim.

Meselâ Giresun’a köyüne defnedilmeye götürülen teröristin cenazesini köye sokmayıp tabutunu taşlayan, jandarmadan bile tırsmayan, zora gelince İstiklâl Marşı okuyan köylüleri, bu ‘rûh’a erişmiş sayabilir miyiz? Kezâ şehit savcı’nın evine tâziye ziyaretine giden Kemal Kılıçdaroğlu’nu kapıda bekleşen protestocu kalabalığın koro halinde yuh çekip ardından pet şişe fırlatması size göre yeterince milli birlik ruhuna uygun bir davranış mıdır?

Bu ruh, cenaze sonrası Sayın Başbakan’ın yaptığı dillere destan basın toplantısında makbul ve mendup gazeteci takımından sayılıp huzurda taltif gören havuz medyası arkadaşlar gibi uysal olmak, majestelerini sinirlendirecek soru sormamak mıdır? Yoksa iki yana sallanarak hoşça bir makaam ile, “Hoşdur bana senden gelen/ Ya hilâti yahut kefen, ya goncagül yahut diken/ Kahrın da hoş lütfûn da hoş” ilâhisini okuyarak -hükümetin zaten esâmisi okunmuyor- doğrudan Başkan veya daha doğrusu Emir’ül-Mü’minine biat etmek midir?

Ara-sıra akordsuz sesler çıkaran Sayın Arınç’ın ‘milli birlik ve beraberlik doktrini’ndeki durumu nedir meselâ; müşarünileyhin yatacak yeri var mıdır?

Niçin feci beceriksizliklerin, tarihe geçecek rezâletlerin, muazzam gafletlerin ardından yekinip ahaliyi cumhur-cemaat milli birliğe davet ediyorsunuz efendiler? Saklamaya çalıştığınız istenmeyen bir durum mu var? Şahsen ne zaman bu lâfı duysam, “Yine başımıza bir çorap örülüyor; bu ağızlar iyi ağızlar değil” diye ürperirim!

Peki, milli birlik ruhunu yakalarsak üretim artacak mı ağalar; işsizlik azalacak, evlere huzur gelecek, dolar düşecek, elektrik kesintileri son bulacak, terörist takımı nedâmet getirip beş vakit namaza başlayacak, PKK’lılar dağdan inip silahları teslim edecek, İsrail Gazze’den çıkıp Filistin halkına tazminat ödeyecek, Esed kendi kendini intihar edip Sisi nedâmet getirerek reis’ten özür dileyecek midir?

Affedersiniz unutmuşum; PKK’lılar da bu çağrıya dahil midir; yoksa onlar kendi milli ve beraberlik ruhunu aramakta ‘özerk’ midirler?

Siz yönetici takımı olarak zaten milli birlik ve beraberlik içinde ülkeyi alafranga padişahlık, alaturka başkanlık sistemine doğru götürmektesiniz; Ben gelmesem olmaz mı abiler? İçimizde birkaç kişi de muhalif kalsa, aykırı şeyler söylese onurunuza mı dokunur? Her beceriksizliği alkışlamaya, her rezaletin içinde hikmet incileri bulmaya mecbur muyuz? Onca yandaş, sâdık partili, ikbâl havuzuna atlamış eyyamcı bürokrat size yetmiyor mu?

Sayenizde vara-yoğa sıvadığınız ‘milli’ lâfzından, ardından birlik ve beraberlikten de ezâ duymaya başladım. Ne zaman insânî bir talepte bulunulsa, “Vakti değil, şimdi milli birlik zamanı” bahanesini duymaktan sıkıntı geldi. Milli maçlar bile enterese etmiyor artık eskisi gibi.

Sahi, bu boş lâfların size ‘milliyetçi oy’ getireceğine hâlâ inanıyorsunuz değil mi?


Kaynak (Arşiv)