Batı'nın ruhuna dokunmak ve tercüme meselemiz

Maarif Vekaleti’nin 40’lı yıllarda başlattığı “Batı Klasikleri Dizisi”, yayın hayatımızda bir efsâne olmuş, Türk okuyucusu Batılı temel fikrî ve edebî eserlerle bu dizi sayesinde tanışmıştı. Bu yayın faaliyeti çok önemlidir; çünkü Türkiye, son Osmanlı asırlarından beri yüzünü Batı’ya dönmüş olmasına rağmen, Batı dillerini bilen az sayıdaki entelektüelin dışında geniş bir okuyucu kitlesi, “Batı”yla -tercüme yoluyla da olsa- doğrudan yüz yüze geliyor, Batı’nın gerçek mâhiyeti hakkında fikir edinme imkânı buluyordu.

Devlet yüzümüzü, -biraz da zorla- Batı’ya döndürmüş, hatta bir an evvel Batılılaşalım diye bir dizi inkılâp, reform bile yapmıştı ama Batı hakkındaki bilgilerimiz, genellikle birkaç Avrupa ülkesini üstünkörü gezinip ayaküstü intibalarını ballandırıp duran gezginlerin anlattıklarından ileri gitmiyordu. Entelektüellerimiz ise bütün iyi niyetlerine rağmen Batı’yı, bir âmânın fili tarif etmesine benzer tarzda anlıyor ve anlatıyor, künhüne vâkıf olacak derecede Batı bilgisini hall ü fasl edenimiz, o büyük kompozisyonu en geniş mânâsıyla “Türkçe”ye tercüme edeni çok az çıkıyordu. Yıllar sonra millet, Batı denilen şeyi doğrudan Almanya’daki gurbetçilerimiz aracılığı ile tanıdı. Aydın zümremizin Batı algısında ise dünden bugüne kalite itibariyle mühim bir değişiklik görülmedi. Batı dillerinden yapılan tercümeler hızla arttı, Batı’yla ilişkilerimiz yoğunlaştı fakat “Batı dedikleri esasında nedir?” sorusuna derli-toplu bir cevap arayanlar, hâlâ nihai kertede kendi emeklerine ve kavrayış güçlerine yaslanmak zorundaydılar.

BATI’YA YÖN VEREN METİNLER...

Daha henüz geçen ay, İlke Eğitim ve Sağlık Vakfı’na bağlı Kapadokya Meslek Yüksekokulu tarafından dört ciltlik bir kitap yayımlandı; kitaptan ziyade bir metinler antolojisi. Adı: “Batı’ya Yön Veren Metinler”. Başlık kışkırtıcı ve vaitkâr.

İlk cilt “Kökler/ Orta Çağlar” faslına ayrılmış; tarih itibariyle başlangıcından MS 1350 yıllarına kadar geçen zamanda Batı’yı etkileyen önemli metinler var bu ciltte. Batı geleneklerinin Yahudi-Hıristiyan kaynakları, yani Kitab-ı Mukaddes’ten seçme metinler. Ardından, Batı Geleneklerinin Doğulu Kaynakları, daha sonra eski Yunan’da felsefe ve siyasi düşünceye dair “köşetaşı” metinler. Müteakip ciltlerde Orta Çağlar’da Hıristiyanlık dünya görüşünün oluşumu ve sonra Rönesans ve Protestan reformu, Bilim Devrimi, Aydınlanma, Burjuvazinin yüzyılı, Modernite, 1914’ten sonra teşekkül eden Kaotik Modern dünyanın zihnî, politik ve ilmî kökleri...

Tam dört cilt, toplam 1814 sayfa ve yaklaşık bin civarında metin; ki bu bin metnin bir kısmı Türkçeye ilk defa çevriliyor ve bizler Batı medeniyetinin, kendisine nasıl baktığını, kendini nasıl tarif ettiğini ve köklerini nerede bulduğunu gösteren baş döndürücü bir zihnî şölene davet ediliyoruz.

İZ BIRAKILACAKSA BÖYLE OLMALI...

Böyle önemli bir metinler antolojisinin kim tarafından ve nasıl seçildiği, nasıl tercüme edildiği çok önemli. Neyse ki güvenilir bir “Derleyici” ile karşı karşıyayız. “Derleyen” sıfatı alçakgönüllü bir rütbe: Eminim ki zihnî enerjisi ve cesareti ile tanıdığımız Alev Alatlı, bu “seçki”yi sadece derlemekle kalmamış, ona “Fikir analığı” da yapmış ve üstelik Ürgüp’e 5 km mesafedeki mütevazı kampüsünde birbirinden zengin ve cezbedici öğretim programlarıyla dikkat çeken bir meslek yüksekokulunun yüz ağartıcı yayını olarak gün yüzüne çıkarmanın bütün sancılarını da çekmiştir. Alev Alatlı böyle bir insandır; dünyaya iz bırakmak için gelenlerden biridir; işte en son ve anlamlı izi ise, irfânımıza hediye ettiği dört ciltlik külliyat. Bu külliyat ki, 2010 yılı içinde Türkiye’de yapılan en anlamlı yayın faaliyeti bu eserdir.

Her kütüphaneye girmeli, dünyadan haberdar olmak isteyen her okur-yazar edinmeli, bütün üniversitelerimizin sosyal bilgiler programlarında -ve bence en azından dört yarıyıl boyunca- okutulmalıdır.

MÜTEAKİP BASKILAR İÇİN BİRKAÇ MASUM NOT

“O kadar kusur kadı kızında da bulunur” derler ama, külliyatın sonraki baskıları için hatırlatmak lâzım: Biz, dışımızdaki dünyayı tercümeyle tanıyoruz; “doğrudan” okuma imkânımız çok az; öyleyse tercümeye, en az te’lifin kendisi kadar dikkat ve itina gösterilmeli. Başından sonuna tercümeden oluşan bu eserin tercümesine kimlerin katkıda bulunduğu çoğu zaman anlaşılmıyor; Roland’ın Şarkısı meselâ; bunun mâsum bir ihmâlden kaynaklandığını tahmin edebiliriz fakat iki açıdan önemi var: İlki, emek sahibini onurlandırmak ve hakkına riayet etmek; ikincisi ise tercümeden kaynaklanan problemlerde sorumlunun kimliğini bilmek hakkımız. Acaba Alev Alatlı, bizzat çevirdiği metinlerin altını mahviyetkârlık düşüncesiyle mi imzadan istinkâf etti diye düşündüm. Kezâ III. Ciltte Matthew Arnold’un “Grand Chartreuse” adlı şiirini okurken şöyle bir cümleye takıldı gözüm:

“Ah! Sakla beni derin hüznünde

Kutsal acının vakur oturağında!”

(s. 1248)

Hocalıktan gelme bir âdet olsa gerek, sayfalar dolusu yazılmış ödevin, en kusurlu kısmını ilk bakışta görüverirsiniz; biraz şans, biraz insiyâk; her ne ise ama “Kutsal acının vakur oturağı” tâbiriyle doğrusu böyle bir külliyatta karşılaşmak istemezdim. Mütercim belli ki, “Koltuk, taht, sedir, mevki, melce, yer” cinsinden bir karşılığa ihtiyaç duymuş; vâkıa “oturak” da lügat mânâsıyla oturulacak yere tekabül eder ama yaygın anlamı da mâlumdur ve biz tercümede tercihi böyle kullanan kişiyi bilmiyoruz. Bunlar çok önemli şeyler değil; belki sözünü etmeye bile değmez fakat “Batı’ya Yön Veren Metinler” projesi beni o kadar heyecanlandırdı ki, hızla gözden geçirme esnasında gözüme çarpan şu minik aksaklığı geçemedim.

TERCÜME EDEBİYATIMIZA BİR ÇELENK

Son yıllarda yapılan tercümelerde 90’lı yıllara göre büyük iyileşme fark etmeme rağmen, külliyatta mânâ itibariyle anlaşılması güç metinler de gördüm; bu konuda anlayış kabiliyetimin yetersizliğini kabule hazırım; ne var ki pekâlâ okuyup anlayabildiğim metinler, anlayamadığım metinlerin daha iyi tercüme edilebileceğini hissettiriyor bana. Külliyat’ta tercüme pürüzleri olmamalı. Bütün okullarımıza girmesi gereken bir eser, bir noktada tercüme edebiyatımızın da çelengi sayılır. Şimdilik, ilk baskıyı bir an evvel yayımlamak heyecanı ile anlayışla karşılayabiliriz ama müteakip baskılarda tercüme kalitesi beklentimiz artacaktır.

PEKİ, YA “BİZİM DÜNYAMIZA YÖN VEREN METİNLER?”

Güzel haberi sona sakladım: Takdim yazısında diyor ki Alatlı, “Umudumuz, önümüzdeki yıllarda, Batı düşünce tarihinin işbu özetini ‘öndizin’ olarak kullanarak Türk-İslâm medeniyetinden seçilecek eşzamanlı metinlerin eklenmesiyle kapsamlı ve belki de dünyada ilk kez derlenecek bir ‘Kıyaslamalı düşünce tarihi seçkisi’ oluşturmaktır.” Anladığım kadarıyla Alev Alatlı, yayımlanan antolojinin Türk-İslam dünyasına yön veren metinler versiyonundan değil, mukayeseli bir antolojiden bahsediyor. Ona da razıyız ama gönlümüz, mukayeselisinden evvel aslını, yani Türk-İslam dünyasına yön veren metinler” çalışmasının yayımlanmasını dilerdi.

Olsun, bu kadarına da râzıyız; kaldı ki, böyle bir çalışma yapmak kimsenin inhisârında değil; bileğine, zihnine, emeğine, dikkatine ve mali gücüne güvenen bir başkası da yapabilir bahsettiğimiz çalışmayı.

Batı’ya yön veren metinler saygı ve tebriki hak ediyor. Çok sayıda insanın ve kurumun el birliği ve fedakârlığının ürünü bu eser, Batı’yı samimiyetle anlamak isteyenlerin kullanmaktan vazgeçemeyecekleri bir pencere açıyor irfânımıza. Lübb’ün lübbü, özün özü.


Kaynak (Arşiv)