Batılılar II. Dünya savaşı'nı kaybetmişlerdi zaten
Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bombalar 280 bin kişiyi öldürdü ve savaşı sona erdirdi. İkinci Dünya Savaşı'nda ise kaç kişinin öldüğü kesin olarak hâlâ bilinemiyor; takriben 50 milyon insan kaybından söz edilebilir.
Biz bu savaşı hep öylece kendiliğinden zuhur eden bir anlaşmazlık gibi "veri" kabul etmişizdir. Bu derece kapsamlı ve yıkıcı bir savaşın benzeri tarihte yok. Sebeplerine bakınız; Alman ve Japonların saldırganlık ideolojisi ile izah edilirse de topyekûn cinneti açıklamaya yetmez. Bunun adı zihnî iflâstır; sırtlarına ve yakalarına yapıştırılmış sarı yıldızlı alâmetleriyle Avrupalı Yahudileri toplumdan tecridi öngören, Çingeneleri, bilumum renkli ırkları "geri ve lüzumsuz" sayan öngörü ile dünyanın en mâmur başkentlerini sivil-asker ayırt etmeden bombalayıp hâk ile yeksân etmeyi başaran fikir aynı kaynaktan beslenmişti. "Bu savaşı faşistler çıkardı, demokratlar kazandı" yuvarlaması, II. Dünya Savaşı'nın sebep olduğu insanlık trajedisini şallamaktan başka işe yaramıyor. Faşizm Orta Afrika dolaylarından neşv ü nemâ etmedi; kimyevi, biyolojik, nükleer silahlar Asya steplerinde icad edilmedi; bugün çoluk-çocuğun eline oyuncak niyetine tutuşturulan ve Japonlarla Nazileri gebertilmesi gereken kara sinekler gibi takdim eden bilgisayar oyunlarını da Okyanusya yerlileri tasarlıyor değildir.
Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan nükleer bombalar, soğuk savaş yıllarında yeni bir nükleer kapışmayı engelleyen "dehşet dengesi" doktrininden başka hayırhah bir sonuç üretti mi? Sokaktaki adama II. Dünya Savaşı'nın anlamını sorunuz, zihnindeki tek imaj, Amerikan sinema endüstrisinin binlerce benzerini ürettiği basmakalıp kahramanlık filmlerinden başka bir şey değildir; bu filmlerde Amerikalılar ve İngilizler iyi, Japonlar ve Almanlar kötüdür ve sonunda kazanan hep iyiler olur. Bir insanlık faciasını bu kadar yalapşap sonuçlara tahvil etmek çok tehlikeli. Batı'nın yetiştirdiği yüksek ruhlu adamlar bu harbin nefsi ve felsefi muhasebesini yaptılar ama kahir ekseriyet bu hadiseyi filmlerde olduğu gibi algılıyor. Bu idrak bozukluğu, sistematik bir inşâ'nın eseridir. Batılılar, II. Dünya Savaşı'nın anlamını bir an evvel defnetmek için ellerinden geleni yapıyorlar ve silinemeyecek olan intibaları ise (sinema ile meselâ) optik kaymaya uğratarak görünmez hale getiriyorlar.
Sözü döndürüp dolaştırıp "Batılılar kötüdür ve tutarsızdır" noktasına bağlamak ucuz bir hüküm olur. Madde üzerindeki göz kamaştırıcı hükümranlıkları, Batılı vicdânı fecî örseledi. Kapitalizm ve sömürgecilik işbu örselenmiş vicdânın zararlı mâmulleri olarak hâlâ batının tâcındaki en pırıltılı taşlardır. Kendi bünyesinden ürettiği demokrasi ve onun uzantısı insan hakları edebiyatı ise, kapitalizmin ve sömürgeciliğin günahlarına kefâret olamayacak kadar alîl ve cılız enstrümanlar. Nitekim bu iki enstrümanın yeni sömürgeciliğin mızrak ucu gibi kullanılması dikkat çekicidir ve o yüzden bu iki kavram, Batılı olmayan dünyada haklı olarak bir çifte standart etkisi uyandırıyor. Nihai tahlilde Batılı demokrasileri yönlendirenler, bilge krallar, ahlâkçılar, ruhbanlar ve filozoflar değil; Batılı demokrasileri büyük sermayenin yönlendirmesi berbat sonuçlar doğuruyor. Bu yüzden üstündeki parlak jelatin tabakası biraz kazıldığında görünen şey, Batı'nın, kendi seyrinde ve istikametinde mühim bir dönüşüme uğramadığını hatırlatıyor: Ortaçağların modernize edilmiş hâli veya Roma dünyasının yeni versiyonu!
Batı niçin değişsin ve dönüşsün ki; temel kabulleri aynıdır; ilâhî vahiy reddedilip yerine insan ürünü yeni nasslar ikaame edilirse bir şey değişmiş olmaz; sûret değişir, sîret aynı kalır. II. Dünya savaşı bu bakımdan Batılıların kazandığı değil, hezimete uğradığı bir yıkımdı; çünkü bu savaş, savaş önceki çelişkileri derinleştirmekten başka bir şeye yaramamamıştır.