'Batı içindeki doğu' ve bilet meselesi
Borrell meâlen demiş ki, "AB'ye katılmak için yaptığınız reformlar hayranlık uyandırıcı"; "ama"nın ardından nasihat faslı geliyor, "şunu şöyle, bunu da böyle yapmalısınız!" Bu bakış açısının Afrika'yı "kolonize" etmeye memur bir misyonerin etrafındaki siyah derili insanlara hitab şeklinden pek farkı yok: "Çıplak dolaşmak yerine artık pantolon giyiyor olmanız hayranlık verici bir merhale; ama yetmez..."
Yetmeyeceğini en azından biz Türklerin artık öğrenmiş olması icab ederdi. İki koca asırdan beri asrîleşmek meselesiyle hemhâliz; siyasi otoritenin lokomotifliğinde gerçekleştirdiğimiz reformların, ıslahatların, inkılâbların haddi hesabı yok. Zaman gelmiş, "durmayalım düşeriz" endişesi ile koca kanun külliyatlarını Türkçeye çevirip yürürlüğe koymuşuz. İki asır sonra, "geceleri entari yerine pijamayla yatağa girmeniz hayranlık verici bir gelişme ama..." kabilinden ihtirâzî kayıtlarla karşılaşmak, en hızlı Batıcılarımızı bile şaşkına çeviriyor. "Dediğiniz her şeyi yaptık; daha ne istiyorsunuz"un Türkçesini Başbakan Erdoğan, "Biz üstümüze düşeni yerine getirdik; daha fazlasını isteyemezsiniz" tarzında tekrarlıyor. Bu, öfkeyle karışık bir hayret nidâsıdır. Şekil şartı, evet, yerine gelmiş gibi görünüyorsa da esasen "Batılı olmak", şekil şartına ilâveten bir değerler manzumesini, birlikte yaşanmış ortak zamanlar ve tarih içinde sahiplenmeye bağlıdır. Balkan ülkelerinin büyük çoğunluğu "Batılı olmak" şartına bizden daha yakın durmanın tabii avantajına sahip olmalarına, hatta AB'ye daha şimdiden tam üye kabul edilmelerine rağmen bu mânâda henüz "Batılı" sayılmazlar. Etyen Mahçupyan, dün yayınladığı "Ermeni diyasporası" başlıklı aydınlatıcı köşe yazısında bu meseleye dair dikkat çekici atıflar yapıyor. Batı ülkelerinde yaşayan Ermenilerin yaşadığı ve karşılaştığı sıkıntıları anlatan Mahçupyan, "Tek bir cümleyle özetlemek gerekirse, bugün Ermeni diyasporası Batı içindeki Doğu'dur..." diyor ve ilave ediyor, "Doğu diyasporasının Batı'daki kaderi, sosyoekonomik alanda yaşanan bireyselleşmenin kültürel karşılığının olmaması; daha açık bir ifadeyle onlara sunulan kültürün yabancılığı içinde sürdürülmesi gereğidir...". Bu durum, Batılı Ermenileri cemaatleşmeye itmiş ve cemaatin kudsiyet kazanmasıyla fertler üzerinde cemaat, mütehakkim bir belirleyicilik kazanmıştır. Mahçupyan, "siyasi oligarşi" diye adlandırdığı bu olgunun, kendini sürdürebilmek için radikalizme dayanmak zorunda olduğunu da tesbit ediyor. Radikalizm, Ermeni kültürünü savunmanın tek biçimi olarak kabullenildiğinde ortada başkaca alternatif kalmamakta ve cemaat içi siyaset pekiştirilerek neticede irrasyonel bir tepki üretmektedir ve yazara göre bu durumdan çıkışın çaresi fertlerin tek tek hürleşmesini müteakiben cemaatin buna uygun bir kemâl derecesine vâsıl olmasıdır.
Görünürde Ermeni Diyasporası, yaşadıkları Batı ülkelerinde kültürel ve politik bir dayatmayla muhatap değillerdir ve en azından Hıristiyan olmak noktasında çok önemli bir müşterek paydaya sahip görünüyorlar ama diyasporada yaşayan yaşlı Ermeni kuşağının, tam da Mahçupyan'ın tasvir ettiği istikamette bir mânevi ufalanma sürecinde bulunduklarına kısmen ben de şahidim. Bu noktada Mahçupyan'ın "Batı içindeki Doğu" tesbiti isabet kazanıyor. Yorumumun isabetine katılmayanlara saygı duymakla görüşlerimi iki noktada özetlemek isterim: Evvelâ Hıristiyanlık altyapısının dahi, "Batılı olmak" için kâfi ve vâfi sayılmayacağını fark etmek lâzım. Sâniyen -Mahçupyan'a göre menfi tecelli etse bile- cemaatleşmenin bir arada tuttuğunu -tam da Batılı mânâda- parçalayıp bireyselleşmeyi sağlamadan -yine Batılı mânâda- yeni bir cemaatleşmeye gitmenin imkânı yoktur.
İşte tam burada, "biletimizi aldık, bizi niçin içeri bırakmıyorlar?" sorusunda meknûz hamervâhlığın boyutlarını fark edebilecek miyiz?