Başka gezegen yok arkadaşlar!

Stephen Hawking demiş ki, "Dünya artık tehlikeli bir gezegen oldu, yaşayacak başka bir gezegen bulmamız lazım."

Vaktiyle Avrupa'yı tehlikeli ve yaşanmaz bulan göçmen adaylarının "yaşayacak başka bir gezegen"leri vardı. Myflower gemisi timsaliyle başlayan göç dalgası, Avrupalı marjinalleri yani maruz kaldıkları geçim sıkıntısı, politik, dini ve toplumsal baskılar neticesinde "bir başka gezegen" arayışı içinde bulunan çaresizleri Amerika kıtasına taşıdı. O asırlarda dünyanın pek çok yeri, Avustralya kıtası, Okyanus adaları, hatta iç Asya, yeni bir gezegen hüviyetindeydi. İlk göçmenler Birleşik Devletleri böyle kurdular ve orada Avrupa'da yaşadıkları acı tecrübelerle yeniden karşılaşmamak için hürriyet fikrini öne koyan bir kamu idaresi tesis ettiler.

Olmadı. Amerikalılar, çevre korumasıyla ilgili beynelmilel anlaşmaların çoğuna aldırış bile etmeyip askıda tutsalar bile yeni kıta, diğerleri kadar kirli, en az diğerleri kadar dünyayı yaşanmaz kılan şartlarla yüz yüzedir.

Stephen Hawking, hakkında yazılanlara göre sıradışı bir zekâ, fizikte yeni paradigmaları zorlayacak derecede müthiş bir bilim adamı. Tedavisi olmayan sinir sistemi hastalığı amyotrafik lateral sikleroz sebebiyle tek elini kullanabilen ve bilgisayar destekli bir sistemle iletişim kurabilen Hawking'in "daha iyi yaşayabilmek için yeni bir gezegen" arayışının altını önemle çizmek gerekiyor; fizikçinin insani bir meseleye bulduğu çözüm, yeni bir gezegene taşınmaktır ve bu arayış Fuzûlî'nin,

"Gelin ey ehl-i hakikat, çıkalım dünyadan

Gayrı yerler görelim, özge safalar sürelim"

mısrâlarındaki mânânın tam zıddıdır. Şark irfanı ile Batılı bilim kavrayışının elektrik dolu kara bulutlar gibi birbirine öfkeyle sürtündüğü yer; iltisak değil ayrışma noktası. Fuzûlî tamamiyle mânevî, gayrımaddî bir yolculuktan söz ediyor; Hawking ise gezegen dolmuşlarının derdinde.

Mevlânâ, divân'ında der ki,

"Ey kavm be hac, refte kücâyed kücâyed;

Dildâr, bemincast beyâyed beyâyed"

Ey Hac topluluğu, nereye gidiyorsunuz; aradığınız (dildâr) buradadır!

Hawking'e birisi dese ki, "hocam, muhâli zorlayıp yeni bir gezegene gitmek için onca emek verip masraf edeceğine, insanlığa huyunu değiştirmesini hatırlatsan daha akıllıca bir tavsiyede bulunmuş olmaz mısın?" Anlar mı dersiniz?

Yeni bir gezegene gidip oralarda yerleşmek belki mümkün ama oraya da aynı dünyalı kafayı götürdükten sonra tebdil-i mekânın ne mânâsı kalır ki? O dünyalı kafadır ki, arz'ı hususi mülkü zannediyor, kaynaklarını israf ve istismar ediyor, başkalarına ve kendi nefsine zulmetmek için yırtınıyor, âdeta havsalasını zorluyor.

İnsan hem yaradılışının (insanın doğumla kazanılmış verili tabiatı) hem de fiziki çevresinin esiri ve bu iki tabiattan kaçabileceği bir yer yok. Hicret edilecek yeri Fuzûlî'nin zihniyle arasak, Hawking'i hasetten çatlatacak tayy-ı mekân ihtimâlleri kıyâmet gibi aslında. "Abesle uğraşmayalım, manevi yolculuk da neymiş?" diye burun kıvıracaklar için Mevlânâ'nın öğüdü hazır: Kır dizini, otur oturduğun yerde ve ni'metinin kadrini bil!

Başka gezegenlermiş... Mukaddes kitaplar hep insanı nefsine karşı dikkatli ve mücadeleci olmaya öğütler; çünkü nefs (insanın naturası, tabiatı) boynuna prangalıdır. Müslüman nefsiyle didişir; Batılı kaderiyle. Müslüman yaradılışa ve Yaradan'a itaat eder; Batılılar yaradılış ve Yaradan'ın iç mekanizmalarını deşifreye çabalar. Sosyalistlerin rüyâsını düşünün; insanın tabiatını, mülkiyet ilişkilerini değiştirerek bir başka şekle büründürebileceklerini zannettiler ama yanıldılar ve yenildiler: Mülkiyete yönelttikleri eleştirilerin kısm-ı âzâmı doğruydu ama insanı, mekanik bir tasavvur gibi algılamaları yanlıştı.

Boş ver sair gezegenleri Hawking; bir avuç toprağa ne dersin?


Kaynak (Arşiv)