Başbakan’ın uçağında!

Denk düştükçe ağzını doldura doldura, “biz gazeteciler” diyebilenlere hep hasetle bakmışımdır; şu an dahi, onlara meslektaşlarım diye hitab edememiş olmanın hicrânı içindeyim.

“Gazeteci değilsin anladık, ya nesin?” diye merak edenler çıksa da cevabın gerçekten hiç önemi yoktur; hiçbir cevap, “ben gazeteciyim arkadaş” cümlesinin okkalılık gradosuyla yarışamaz.

Günün birinde gazeteci olabilmeyi, hiç şüphesiz başta Başbakan olmak üzere, önemli devlet adamlarından birinin uçağına binmek için isterdim. Yıllardan beri başbakan veya cumhurbaşkanının uçağına davet edilip, göklerin bilmem kaç bin metre yüksekliğinde zât-ı devletlerinin o pek minimal ve samimi basın toplantılarına iştirak eden şanslı gazetecilere imrendim durdum. Rastladığım bütün “uçakta basın toplantısı” fotoğraflarını dikkatle inceledim; yüzlerdeki ifadelere, serdedilen vücut dillerine, bir fotoğrafa aksetmesi muhtemel durum mesajlarına dikkat kesildim. Daha sonra o bahtiyar gazeteci arkadaşların yazdıkları “uçakta” yazılarını satır satır zevkle okudum.

Hele hele haşmetpenâhın, arada sırada (her zaman değil ama), tebdil-i kıyâfet ederek reayanın arasına karışıp “Efkâr-ı umumiye ne merkezdedir?” yollu lütufkârlıklarını andırır tarzda uçaktaki hususi kabinden hurûc ederek gazeteci tayfasının oturduğu sıradan koltukları ziyaret etmesi, kıskançlığımı zirveye ulaştıran müstesnâ vaziyetler olmuştur. Eğer vaktiyle gazetecilik tarikine girmiş olsaydım, o saadetli gezilerinden birinde Beyefendi’nin, “Ee nasılsın bakalım Ahmetçiğim, çoluk çocuk nasıl, rahatınız yerinde mi?” yollu şahsi teveccühlerinden birine nail olmak, hiç şüphesiz meslek kariyerimin en tatlı anlarından birini teşkil ederdi ve diğer meslektaşlarım nezdinde kredim kim bilir nasıl yükselirdi!

Geçenlerde, aralarında yazarların da bulunduğu bazı gazeteci arkadaşların uçakta Beyefendi’nin çalışma masası etrafında verdikleri o mes’ud fotoğrafı görünce, “Tam da muhalefet edecek zamanı buldun be Ahmet” diye kendini paylamaktan nefsimi men edemedim. Deftere muvafık yazılıp maiyette o ülke senin, bu memleket benim diyerek diyar diyar gezmek dururken, köşemde somurtup kalakaldığım için kendimi payladım.

Beyefendi’nin maiyetinde vaktiyle ülke ülke gezen gazetecilerin içinde bizim gazeteden isimler de var; o yüzden rahatlıkla ortaya konuşabilir ve ifade ederim ki hiç değilse bir noktada müsterihim aziz okuyucularım: Hiç de nazik olmayan yollarla halkımızın enzâr-ı dikkatlerine arzolunan bir kısım kayıtlardan anlaşıldığına göre haşmetmeâb, bu gazetecilerin ne bizzat kendilerine ne de patron takımına bırakınız birazcık saygı, esasen hiç de iyi duygular beslememektedir ve bendeniz bu tesbitimden hareketle bundan sonra gazeteci arkadaşların, herhangi bir davet aldıklarında uçağa binmemek için nezaketen mazeret göstereceklerini, “Niye gelmiyorsunuz be, eskiden uçağıma binmek için birbirinizi ezerdiniz” şeklindeki târizlere ise, “Uçağınıza binmeyi ve sizin faaliyetlerinizi izlemeyi reddediyoruz, zira siz meslektaşlarımız ve yöneticilerimize karşı hiç saygı duymuyor ve hüsn-i zan beslemiyorsunuz” cevabı vereceklerini tahmin ediyorum.

Çok iyi niyetli olduğumun farkındayım. Gazeteci milletinin, değil meslek haysiyeti adına dayanışma göstermek, bilakis birbirini atlatmak için her mihnete katlanacağını tahmin etmiyor değilim fakat bir şekilde, bu gibi saadetlû uçak seyahatleri furyasının sona ereceği kanaatindeyim.

Bir kısmına “şeytanın art bacağı” muamelesi reva görülürken diğer kısmının devletlû uçaklarında “başına devlet kuşu konmuş gazeteci” görüntüsü vermekten hicab edecekleri tarzında bir hiss-i kabl’el vukû beliriyor içimde.

Bakalım doğru çıkacak mı, yoksa tatlı bir hüsn-i kuruntudan mı ibarettir?


Kaynak (Arşiv)