Başbakan’ı destekliyorum!
İşte nihayet, sayın Başbakan’a hak verebileceğim, hatta alkışlayabileceğim bir cümlesine tesadüf etmiş olmanın hazzı içindeyim. Biliyordum, tahmin ediyordum, “Bu kadar da olamaz; mutlaka kalbinin, ruhunun, gönlünün ve vicdanının bir köşesinde henüz sönmemiş bir hakperestlik közü vardır” diyordum.
“Evet, bugünlerde çok telâş içinde, yükü ağır; nice yıllardan beri hiç beklemediği, ummadığı bir gündemi karşısında bulunca muvazenesi sarsıldı, ondandır” diye düşünüyordum; o ki, bir defasında açık açık, “Müsaade edin de gündemi belirleme üstünlüğü bende olsun” diye itiraf bile etmişti. Bu memlekette gündem belirlemek, en kavî egemenlik ve iktidar alâmetidir; hâl böyle olunca zaten Kasımpaşalı delikanlı tabiatında meknûz bulunan asabiliği depreşti fakat yine de ümidim var. Günün birinde doğruya doğru, eğriye eğri diyecektir, diye tahmin ediyordum.
Nitekim yanılmamışım; geçen hafta Fatih projesi kapsamında okul öğrencilerine tablet dağıtırken yaptığı konuşmada, beni ve benim gibilerini zevkten eriten, “Aşkolsun, budur! İşte bir gerçek böyle güzel ve ehliyetle seslendirilir” sözleri sarf etti ve dedi ki,
-Güzel Türkçemize en uygun klavye F klavyedir. Biz tabletlerimizi F klavye olarak hazırlıyoruz. Özellikle bilgisayar üreticilerinin satıcılarının bu hassasiyeti gözetmelerini istiyorum. Güçlü bir Türkçe için Türkçemizin ne kadar zengin olduğunu dünyaya haykırabilmek için bu adımı atıyoruz. Yabancı bilgisayar terimlerinin çocuklarımızın Türkçesini bozmaması için sizlerden de hassasiyet bekliyoruz.
Çok mes’udum; demek ki benim de kalbim tamamen taşlaşmamış; ben de doğru bir sözü duyduğumda “Evet, vallahi öyle; ne bir eksik, ne bir fazla; aynen öyle” diyebilecek vicdanî sıcaklığı henüz kaybetmemişim.
Başbakan’ımızın bu cümlesinin altını, şöyle böyle 40 yılı aşkın zamandan beri F klavye ile meramını satırlara dizen bir yazar sıfatıyla heyecanla çiziyor ve neş’eyle şakıyarak tekrar ediyorum:
-Güzel Türkçemize en uygun klavye F klavyedir!
*
Kıdemli okuyucularım biliyor; yıllardan beri F klavyeyi savunan yazılar yazdım; bilgisayar teknolojisini buyur ederken devletin ilgili firmalara, “F klavyeni al da öyle gel bakalım” şeklinde şart koşulmasını savundum.
Sebebi mâlum, F klavyenin sadece “F Tipi” klavye olması filan değil elbette (Sayın Başbakan da buraya gelince o nükteyi hatırlayıp, hafifçe gülümsemeden edememişti!). Efendim, F klavye, Türkçe metin yazmak için, bundan ta 70 sene önce -inanmayacaksınız ama- devletin uzmanları seferber ederek tesbit ettirdiği, ilmî geçerliği defalarca isbatlanmış taş gibi sağlam bir düzenektir. İsteyen yine alışageldiği klavyeyi kullanabilir fakat okullarda, resmi dairelerde F klavye kullanmamak, hadi vatan hainliği filan demeyeyim ama, çok ayıp, çok bedhah bir harekettir.
Başbakan’ı kutluyorum; böylece kendisinden sâdır olacak her cümleye peşinen muhalefet etmediğimi de isbatlamış oluyorum. Kendisinden haddim olmayarak bu gibi güzel tesbitlere devam etmesini bekliyorum. Meselâ,
-Son zamanlarda çok kalp kırdık, çok kişinin kalbini incittik. Elmalarla armutları birbirine karıştırdık; bize hiç yakışmadı, şeklinde cümleler kurduğunda kendisini hararetle destekleyeceğime ve en son Marmaray’ın hizmete girmesi münasebetiyle sarf ettiğim,
-Sağol Tayyip Bey; güzel eser, ceddine rahmet, cümlesinin bir benzerini kaleme alacağıma söz veriyorum.
Yavrukurt sözü!
Yaşasın, Yeni bir şehir kitabı: İncir Çekirdeği
Otomobille Hereke’den her geçişimde, o günün leziz hatırası zihnimde canlanıyor. Tarihi bile aklımda: 18 Eylül 1972. Liseden arkadaşım Halil Aslantaş’la beraber İstanbul’a üniversite için ön kayıt yaptırmaya gidip, ertesi gün işimiz bitince Halil’in isteği üzerine Hereke’deki akrabalarına uğramıştık. Öğle sularından gece yarısına kadar, şimdi tam hatırlayamadığım şirin Aşağı Hendek’te gezip tozmuş, hatta gece saatlerinde açıkhava sinemasında bir film seyretmiştik.
O sinema hangi sinemaydı, bunu aziz dostum Haluk Dursun mutlaka bilir ama hangi filmi seyrettiğimizi belki Halil bile hatırlayamaz.
O tarihte güzelim Hereke’nin bağrına çelikten bir dübel gibi çakılan çimento fabrikası var mıydı hatırlamıyorum. Kitabında Haluk Dursun, hiç de iyi bahsetmiyor o fabrikadan.
Ne kitabı diyeceksiniz; haklısınız...
Haluk Dursun’u şöyle böyle 20 seneden beri tanıyorum; nazarımda bıraktığı ilk intibâ, “Bu adam hiperaktif bir çocukluk geçirdi galiba” olmuştu. Kıpır kıpır, hareketli, neşeli, sözü sohbeti çekilir, vukuflu, herkese lâzım cinsinden bir insan. Bir hayli zaman Ayasofya Müzesi Başkanlığı’nda bulunduktan sonra “tahminimce “Beter olsun!” duamın denk gelmesi üzerine şimdi aynı işi Topkapı Sarayı’nda yerine getiriyor.
Geçenlerde kitabı değdi elime: “İncir Çekirdeği, Hereke’den çıktım yola”
Bir şehir kitabı, Hereke’yi anlatıyor. Ne de tatlı, ne de güzel anlatıyor...
Timaş’ın yayınladığı bu değerli kültür eserini buracıkta özetlemek hem mümkün değil, hem de okuma zevkinize limon sıkmış olmak istemem; sadece yazarın dedesini anlattığı pasajlardan bana çok mânâlı gelen, şaşırtıcı bir faslı iktibas etmek isterim.
*
“Dedem hayatının son yıllarında benim hâlâ tam anlayamadığım, inanılmaz bir itirafta bulundu. Bir gün evde otururken, anneannemle beraber ikimizi karşısına çağırdı ve bana hitaben ‘Şimdi sana hayatımın en önemli nasihatını, tavsiyesini vereceğim. Burayı iyi dinle’ dedi ve doğrudan konuya girdi.
‘Ben hayatta üç büyük hata yaptım ve bu üç büyük hata benim hayatıma mal oldu. Sakın sen de bu hataları yapma’. Sonra parmağıyla işaret ederek ‘Biir’ dedi: ‘Evlenmek’.
Sonra ‘İki’ dedi ve hemen karşımda oturan anneannemi işaret ederek, ‘Bu kadınla evlenmek.’
Ben hayretle dinlerken esas büyük şaşkınlığa sebep olacak son büyük itiraf ve pişmanlığını dile getirdi: ‘Bu kadını hemen öldürmemek.”
*
Birbirinden güzel hatıra parçaları ve yerinde tesbitlerle dolu bir güzel kitaptan daha niceleri dururken bu pasajı seçmem haksızlık gibi görünecektir. Yazar, dedesinin niçin böyle konuştuğunu izah ediyor. Çok genç yaşta kaçırdığı kızla evlenip çok erken yaşta çoluk çocuğa karışınca dede anlaşılan büyük pişmanlığa kapılmış. Eşinin ve torununun yüzüne hitaben yaptığı bu dramatik konuşmanın biraz da latife boyutu taşıdığını da hesaba katmalıyız. Dedenin asıl niyeti, torununa, “Çok iyi düşün, yoksa hayatın benim gibi zehir olur” demek aslında.
Haluk Dursun’un kitabını zevkle okuyorum; henüz bitmedi. Okumaktan zevk alanların haberi olsun.**
**