Bamya ayıklarken

Her şey, geçtiğimiz Ramazan’ın ortalarında bir cumartesi günü başladı. Av yasağı sebebiyle balığa çıkamadığı için tekneyi kızağa çektiren Tahsin Reis, kalafat mesarifinin tahmininden daha fazla tuttuğunu görünce pek canı sıkıldı.

Macun, sülyan, boyayla kalsa iyi; ahşap aksamdan değişmesi gereken şeyler var... Ne kadar borçlanması gerektiğini hesap ederken aklı karıştı, öfkelendi, burnundan solumaya başladı ve daha fazla duramayıp eve dönmeye karar verdi gün ortasında; rasladığı ilk minibüse atladı.

Eve yaklaşırken çarşıda burnuna pide kokusu gelince yiyemeyeceğini bile bile fırına uğrayıp nar gibi iki pide yaptırdı,

-Ayol yine mi pide aldın; dünden kalan pide hâlâ duruyor. Yazık değil mi Tahsin Reis? Hem niye erken geldin bakayım sen?

Mevhibe Hanım telâşlı. İftara hazırlık yapıyor. Üst kattaki yeni kiracıları, “İkisi de memur, kızcağız yemek telâşından kurtulsun bari” diyerek âni bir şefkat ilhamiyle davet edivermiş iki saat önce. Şimdi de telâşe müdiresi!

Mutfaktan diğer odalara yoğun hatta gözle görülür bir asabiyet dalgası yayılıyor. Tahsin Reis kaçın kurrâsı... Böyle zamanlarda ortalarda görünmeyeceksin azizim. Gazeteni alıp arka taraftaki gölgeli balkona geçecek, ortalıktan kaybolacaksın.

-Tahsiiin...

Dur bakalım; bu ses alışıldık tahsinlerden değil; tehlikeli bir tonu var. Sanki bir şey rica edecek de, yerine getirmezsen çok fena şeyler olacak makamında bir tahsin bu. Ee, akılsız Tahsin, iftara beş dakika kala eve gelseydin, yakalanmayacaktın zâbıtaya...

O edâlı Tahsiiin’in muhtevası anlaşıldı. Mevhibe Hanım komşusuna ikram olsun diye artık pek pişirilmeyen, hatta evlere bile seyrek uğrayan bamya pişirmeye karar vermiş. Diyor ki, “Bamya, saray yemeğidir ayol. Her kadın pişirmesini bilmez. Garipçiklere güzel bir etli bamya yapayım da makbule geçsin dedim.” Dedin fakat bamyayı kim ayıklayacak, onu da hesaplamış mıydın?

-Senin elin pek yaraşır böyle şeylere; bir kere göstereyim nasıl ayıklanacağını, aynen gösterdiğim gibi yapacaksın. Ah sana bırakmaz elceğizimle kendim ayıklardım ama bir vakit daraldı, daha börek açacağım, ikincisi biliyorsun parmak eklemlerindeki romatizma... Hani o senin çok keskin, Avrupa’dan hediye gelen çakın var ya, yanında mı?

-Hıı, ne?

Böylece Tahsin Reis, kendini eve girişinin ikinci dakikasında mutfak masasının üstüne konulmuş bir kesekağıdı bamyanın karşısında buluyor. Sağında içine limontuzu atılmış su dolu tencere, solunda bamya atıklarını güzeelcene biriktireceği bir başka boş kap var. Mevhibe Hanım evvela bamyanın nasıl ayıklanacağını izah ediyor,

-Bak şimdi o keskin bıçağının ucuyla bamyanın tepeliğini koni şeklinde güzeelcene çıkaracaksın ama bu esnada enine kesip savsaklamaya kalkışma sakın, tamam mı?

-Enine kessek ne olur ki Mevhibe, günah mı?

-Olur mu; o zaman bamya suyunu bırakır, ağdalaşır. Marifet sebzenin içindeki sıvı keseciklerini patlatmadan sap kısmını gövdeden ayırmak. Yap bakayım şimdi bir tane...

Tahsin Reis, az evvel sanatkârlığından ötürü pohpohlanmış olmanın verdiği şevkle işe koyuldu. Yelek cebinden, Fransa’daki yeğeni Fatih’in gönderdiği Le Thiers marka zarif çakısını meşin kılıfından çıkarıp keskinliğini tırnağında kontrol etti. Sonra hiç farkına bile varmadan dilini dudağında gezdirerek ilk bamyanın takkesini “Eh, orta fakat ikincisi daha güzel olacak eminim!” kıvamında ayıkladı.

-Hadi Allah kolaylık versin. Ben ikindiyi kılıp geliyorum; bu arada düdüklü ötmeye başlayınca altını kapatmayı unutmayasın?

-Hı hı..

“Ne yarım kilosu be, en az bir kilo bu bamya” diye ümitsizlendi başlarda. Yakın gözlüğünü takıp işe koyuldu. Onuncu bamyaya doğru işin tekniğini kavramaya başladı. Yirmiye doğru yaklaşınca hızlandı. “Bakayım kaç tane olmuş?” Üşenmedi, ayıkladıklarını teker teker saydı: 24. Ayıklanmamış bamyalar dağ gibi duruyordu geride. Çakı da çakı hani. Daima yelek cebinde taşımasına rağmen teknede kullanmıyor, sıradan işler için daha alelâde bir çakıyla işini görüyor.

Düzler hadi neyse de kıvrılmış bamyaları ayıklamak zor oluyor; iki misli zaman istiyor keratalar diye homurdandı. “Ufakları daha lezzetli olur herhalde” diye geçiyor içinden. “İrileri ayıklamak kolay ama karta kaçmış olur genellikle; sahi, ayıklanmış bamyayı niçin limon tuzu atılmış suya atarlar ki?”

Ayıkladıklarını avuçlayıp su dolu tencereye attı. Dibindeki limon tuzu parçaları erisin diye parmaklarıyla hafifçe karıştırdı suyu. Sonra oturup suda yüzen bamyaları teker teker saydı: 49.

-Bakalım yarım kilosunda kaç bamya var diye kendine bir eğlence, daha doğrusu bir oyun icat etti. Arasıra çift saydığını veya atladığını zannetse de yeniden saymaya üşendi. Sonra yeniden limontuzu meselesine takıldı aklı...

-Acaba limonların suyunu büyük bir kabın içine sıkıp da güneşte buharlaştırdıktan sonra geride kalan kristaller midir bu? Pek aklı yatmadı bu izah şekline; öyle değilse neydi; niçin limon tuzu adı veriliyordu?

Hadi bakalım; işi yarıda bırakıp, ellerini yalapşap yıkadıktan sonra (Mevhibe görürse iflâhımı keser vallahi!) onbeş sene evvel kupon biriktirerek tamamladığı ansiklopedi ciltlerinin sıralandığı salondaki vitrine gitti. L maddesini buldu, sonra da limon tuzunu.

“Hıı tahmin etmiştim zaten”

-Birçok meyve ve sebzede serbest durumda veya potasyum, kalsiyum tuzu olarak bulunan, hafifçe mayalanmış limon suyunun kaynar durumdaki kalsiyum karbonatla işlenmesinden elde edilen asit, limon asidi, limon tozu, limon tuzu. Sitrik asit...

Cildi hassasiyetle (iz bırakmadan) eski yerine yerleştirip mutfağa yöneldi. Mevhibe ile koridorda karşılaştılar. “Bitti mi?” diye sordu Mevhibe Hanım. “Yoo” dedi, elimi yıkamaya kalkmıştım da.

Eşi, ayıkladıklarını beğendi, “böyle devam et, aferin” dedi. Tahsin Reis düdüklünün sesini duyunca ocağa yekinecek gibi oldu. “Sen yerinden kalkma, ben bakarım” ikazı üzerine bamya ayıklamaya devam etti.

Gittikçe sevdi bamya ayıklama işini Tahsin Reis. Çakı güzeldi, bamyalar kart değildi. Hanımının, “Dilini çıkarmadan çalışamaz mısın çocuklar gibi” ikazını duyduğunda 311’inci bamyayı haklamak üzereydi. Gülüştüler. Hassas bir iş görürken elinde değil, diliyle dudaklarını yalayıp dururdu öyle.

-Limon tuzunun neyden yapıldığını biliyor musun Mevhibe dedi,

-Limondan mı?

-Bilemedin, öyle değilmiş... Sonra anlattı, “Limonla ilgisi yok yani” dedi iş arasında Mevhibe. “Öyleymiş” dedi; bildiğin asit canım, sitrik asit mi ne!

397 veee üçyüz doksan sekiiiz! Son bamyayı tencere attıktan sonra mutfak levabosunda önce çakısını sonra elini yıkadı. Bıçağını güzelce kuruladıktan sonra abdest almak üzere banyoya yürürken eşine seslendi,

-Yarım kilo bamyada kaç tane bamya olduğunu tahmin et bakayım Mevhibe?

-Ha, ne bileyim ayol; saydın mı yoksa?

Güldü, “Bundan sonra bamya ayıklamak benim işim” diye mırıldandı.


Kaynak (Arşiv)