Bahtiyar Aydın yaşamış mıydı?

Nesildaşlarım olarak yarım yüzyılı çoktan geride bırakmış olmanın verdiği alışkanlık ve görgüyle geçmiş zamanı sanki herkes biliyormuş ve sağlam bir veri bankası hâlinde hafızasında bulunduruyormuş gibi değerlendirme hatasına düşüyoruz. Hâlbuki genç kuşak başka bir dünyayı ve kendi tecrübelerini yaşıyor.

Bu yılın haziranında Gezi Parkı’nda bazı hükümet icraatlarını eleştiren gençleri düşünelim; davranışlarını beğenelim beğenmeyelim, onlar 1993’te olup bitenleri yaşamadılar ve doğru dürüst bildiklerinden de emin değilim. Evet, uğursuz 93’te yaşananları kâğıt üstünde liste hâlinde okuyup şaşırmaları, hatta “Birileri bu yıl içinde ortalığı karıştırmak için elinden geleni yapmış anlaşılan” demeleri mümkün. Ne var ki o yılı bizzat yaşayan bizler bile, “nisyân”, yani unutma âfeti yüzünden sağlıklı değerlendirme yapamıyoruz.

Aksiyon, geçen hafta Bahtiyar Aydın Paşa’nın Lice’de öldürülmesini masaya yatırdı. Bu konuyla ilgili yayın toplantısına katıldım; üstelik dosyanın tamamını dikkatle yeniden okudum ve araştırmacı arkadaşlarımızın dikkat çektiği konuları yeniden gözden geçirme fırsatım oldu. Bu dikkatler ışığında söyleyebilirim ki bunca şüphe uyandırıcı bilgi ve ipucuna rağmen hadiseyi kavramakta, nedenini, niçinini, nasılını gözümüzde canlandırmakta güçlük çekiyoruz. Cinayet hakkındaki iddianamenin, 20 yıllık zaman aşımı süresinin dolmasına bir gün kala resmiyet kazanması bile çok şaşırtıcı ve ilginç geliyor insana. İddianame hakkında basına yansıyanlar ise dönemin Diyarbakır Alay Komutanı ve bir teğmenin suçlanmasını ihtiva ediyor. Bu iki kişi niçin, nasıl ve hangi saiklerle bu karmaşık eylemin faili olmakla itham ediliyorlar, net bir fikre varmak mümkün olmuyor.

“Ergenekon çetesi’nin Fırat’ın öteki yakasındaki faaliyetleri henüz hiçbir davaya konu olmadı” tespitini hatırlıyoruz ister istemez. Güneydoğu’da yüksek yoğunluklu çatışmaların yaşandığı günlerde çok sayıda rütbeli askerimiz şehit oldu ama hiçbirinin ölüm sebebi bu kadar karanlıklar içinde kalmadı ve tartışmalara konu olmadı.

Bahtiyar Aydın suikastı, 20 yıldan beridir anlamlı bir “Sükût suikastı”na tabi kalmış görünüyor. Suikast döneminde hadiseyi soruşturmakla görevli resmî kişilerin, “Paşamız şehit oldu; bu konuyu fazla kurcalamakta mânâ yok” şeklinde özetlenebilecek tutumları insana bir savsaklama ihtimâlini hatırlatıyor. Oysaki ortada ne sağlıklı bir otopsi raporu, ne silah, ne de onun mermisi mevcut; hatta o gün Lice’de olup bitenler bile sanki hadise antik dönemlerde olup bitmişçesine muğlak ve birbirini tutmaz ifadelerle silikleştiriliyor.

Sadece bu kesif muğlaklık bile başlı başına bir şüphe sebebi...

Haklarında Yargıtay kararıyla hüküm tesis edilmiş Silahlı Kuvvetler mensuplarının onuru ve gururu söz konusu olunca, haklı sayılabilecek gerekçelerle Genelkurmay Başkanı üzerinde mahalle baskısı tesis etmeye kalkışan lobilerin, 20 sene boyunca Bahtiyar Aydın’ın katli hakkında gerçeği talep eden anlamlı bir tepki vermemesi de bir Türkiye gerçeği olmalı.

1993 yılında devletin içinde devletin gölgesine gizlenmiş bir ekibin neler yaptığı, neye cür’et ettiği gazete haberi boyutunu aşarak orta dereceli okullarda bağımsız bir ders olarak okutulmayı hak ediyor; o kadar vahim. Sadece İstiklal Harbi’ni ve inkılâpların tarihini okutmak, yakın tarih algısı kurmaya yetmiyor; çok daha yakın zamanların da eğitim süreçlerine konu teşkil etmesi gerek.

Türkiye’de, kırmızı mühürlü gizli belgelere yaklaşacak derecede devletin mahremine âşina olmuş az sayıdaki bürokrat ve siyasetçi hariç tutulursa hiç kimse devlet dediğimiz teşkilatın mahiyetini, başladığı ve bittiği yeri, hangi kişi ve kuruluşlardan ibaret olduğunu ve kendini nasıl devam ettirdiğini bilmiyor; dün öyleydi, bugün de durum fazla değişti sayılmaz.

Hâlimizi ibretle gözden geçirelim: Bahtiyar Paşa’nın katlinde bilgi sahibi olması gereken kişiler tarih öncesi şahsiyetleri değil, onlar hâlâ yaşıyorlar ve biz bu suikast hakkında hâlâ çok az şey biliyoruz.

Sadece TSK’nın bir faal generalini görevi başında öldürenlerin değil, sıradan ve önemsiz bir yurttaşın bile huzur ve selametini koruyan, suçluları anında ele geçirip soruşturacak derecede güçlü fakat aynı derece şeffaf ve denetlenebilir bir kamu cihazına ihtiyacımız var. Başka bir devlet kurmak mümkün olmadığına göre mevcudun dönüştürülmesi, “sağaltılması” ve işler hâle getirilmesi gerekiyor.

Yoksa Bahtiyar Aydın diye birisi vaktiyle hiç yaşamamış mıydı?


Kaynak (Arşiv)