Bahşiş atın diş sağlığı
Mesele basit; istifa etmek bizde mevzii kaybı, aşağılanma, hacil duruma düşme gibi algılanıyor, bir nevi suç itirafı, kabahatin kabullenilmesi.
"İstifa etmeyeceğim" cümlesi, "suçlu değilim ki niçin istifa edeyim" mantığının icabı. Demek ki suçla sorumluluk arasındaki tefrik yerleşmemiş. Suçlu da olabilirsiniz ama en evvel sorumlu olduğunuz için istifa edeceksiniz; bizdeki kamu ahlâkı çerçevesinde istifa, artık direnecek husus kalmadığında rıza gösterilen bir tükeniş halidir. Oysaki istifa, kamu hizmetinde yüksek kalitenin teminatıdır.
Hayır, hükümetin istifasını talep etmek hiç de ciddi değil, sulu bir yaklaşım ama istifa etmesi gerekenler şimdiye çoktan koltuklarını terk etmeliydiler. Bakansa bakan, genel müdürse genel müdür. Başbakan"ın gazetecilere sert çıkışını hatırlayalım; "son elli yılda şu kadar kaza olmuş, hangi hükümet istifa etmiş" derken hem haklı hem de haksızdır. İlk kazada -suçlular değil, dikkat- sorumlular istifa etmiş olsaydı, ikinci kaza geciktirilebilir, hasar azaltılabilir, demiryollarında verilen kamu hizmetinin kalitesi çok daha yükselebilirdi. Kimse istifaya yanaşmadığı içindir ki kazalar bir nevi "takdir, ne yapalım" bahanesiyle savuşturuluyor. Bu gibi konularda bizim kamuoyunun baskısı sathidir, birkaç gün geçsin, olup bitenler unutulur ve yeni ihmâlleri hoş görmek için kollektif bir "anlayış" pekiştirilir.
İlgili bakan hemen istifa etmeliydi; diyelim ki hadisenin vukubulmasından en geç bir saat sonra. Bu jest kazanın acılarını azaltmaz ama muhtemel kazalara karşı kamu personelini fevkalade dikkatli ve hassas hale getirirdi. Bakan"ın istifa ettiği yerde hiyerarşideki diğer bürokrat ve memurların sığınacak yeri kalmaz. Soruşturma neticesinde aklananlar görevlerine iade olunurlar ama soruşturanla soruşturulanın aynı ekibe mensup olduğu bir tahkikat kimsede ciddi bir tesir yapmaz. Diyelim ki kazadan birinci derece bakan sorumlu, hatta ve hatta suçlu; bir zanlı kendini nasıl yargılar?
"At devrilir adam ölür" denilmiştir; kaza olur ama her kaza layıkınca ciddiye alınmalı, suçlular ve sorumlular vakit geçirilmeden açıklanıp ceza görmelidir. Kazayı tahkik için İspanya"dan bilmem nereden bilirkişi çağırılması da başka türlü bir ciddiyetsizlik. Demiryolu, sanayi inkılâbının ilk ürünü sayılır; mekanik esasa dayalı, nisbeten basit bir teknoloji. O kazanın teknik raporunu bu ülkede en mükemmel şekilde tanzim edebilecek en az bin tane uzman vardır. Yurtdışından bilirkişi çağırmak işin fiyakası, "işi çok ciddiye alıyoruz" havaları. Belli ki kazanın sebebi öyle çok girift, sofistike, akıl almaz sebeplere müstenid bir şey değil. Viraja hızlı girerseniz savrulursunuz. Ee, yabancı uzman, bundan farklı ne diyecek yani?
Bu arada karayolu-demiryolu taraftarlarının eski hesapları yeniden ısıtmasına ne demeli: "1952"de bir Amerikalı uzman gelmiş ve Türkiye birden karayolu politikasına ağırlık vermiş; halbuki demiryolu ne güzel, ne demokrat bir ulaşım biçimiymiş; DP demiryollarına ihanet etmeseymiş..." Bir yığın saçma sapan lâf; kağıt üstünde ekonomi, tarih, sosyoloji okumuş adamların konuştuğu lâflara bakın. Yeni de değil, her fırsatta demiryolu nostaljisine taraftar olanlar, "demirağlarla ördük anayurdu" terenaleriyle bu kabız mevzuuda dedikodu yapmaktan zevk alırlar.
Mesele demiryolu değil, kamu hizmeti; telefon hizmetinde devlet vatandaşına nasıl bakıyorsa, demiryolu taşımacılığında da aynı çağanoz bakışını tekrar ediyor.
Bizde kamu hizmetinin -en azından müdebbir bir bakkal kadar olsun- felsefesi yok. Çok çok, "bahşiş atın dişine bakılmaz; bu kadar kamu hizmeti neyinize yetmiyor!"dan öteye gitmez.