Bağıran sol; suskun sağ
Başbakan’ın Gezi olayları sebebiyle binlerce insanın Taksim’de toplanmasına tepki olarak “Biz de gerekirse 100 bin kişiyi, 500 bin kişiyi toplayabiliriz” şeklinde tepki göstermesi üzerinde durulması gereken bir konu.
Doğrudur, ortamın sıcak psikolojisi içinde 100 bin, hatta daha fazla sayıda hükümet destekçisini alanlarda toplamak mümkün; ne var ki buna asla ihtiyaç duyulmamasını da kuvvetle temennî etmek gerekir. “Milliyetçi Cephe” dönemlerinde toplumun iki zıt ideolojik kampta kutuplaşmasını yaşadık ve bu tecrübenin tekrarlanmasını aklı başında kimse arzu etmez. Başbakan ve hükümeti, Gezi krizini iyi yönetememiş olsa bile hâlâ meşrû zemin üzerinde duruyor ve bu çizgiden kesinlikle ayrılmamak gerekir: Dürüst, açık ve demokratik teamüllere uygun bir seçimle iktidarını sürdüren hükûmet, hâlâ kendisini destekleyen kitlelerin açık ara üstünlüğünü biliyor ama bu üstünlüğü karşılıklı mitingleşme, gösterilere mukabil gösterilerle cevap verme imkânını kullanmamalıdır.
Protesto gösterileri, ilk gününden bu yana yer yer kabul edilemez şiddet ve tahrik eylemlerine sahne oldu ve sanki göstericiler psikolojik bir üstünlük kazanmış gibi bir hava hâsıl oldu. Bazıları, “Biz hâlâ karşı tepki vermeyecek miyiz?” şeklinde acûl bir sinirlilik haline kapılmış olabilirler. Onlara sabır, temkin ve teennî telkininde bulunmak hükûmetin en öncelikli davranışı olmalıdır zira meseleyi rayından çıkaracak gelişme, protestoların varlığı değil, ona misliyle mukabelede bulunma refleksi olur.
Başbakan’a oy veren kitle ile protestocular arasında önemli farklılıklar var, bu farkın izlerini yakın tarihi iyi tahlil ederek anlayabiliriz:
1-Sayı üstünlüğü bârizdir ve bunun meydanlarda, karşı gösterilerle isbat edilmesi gerekmez. Gösterilere katılan, sadece demokratik protesto kullanmakla yetinmeyip ortalığı tahrib eden veya tencere-tava çalarak eyleme destek veren her insana mukabil en az üç kişi olup biteni tasvib etmiyor. Problem şurada; bu kitle görülebilir (Visible) nitelikte değil; sâkin, işinde gücünde ve siyasi düşüncelerini (seçim dönemleri hariç) halka açık yerlerde açıklamaktan pek hoşlanmıyor.
2- O kifâyetsiz tâbirle söyleyelim, “Sağ kitle”nin protesto alışkanlığı zayıftır, daha doğrusu böyle bir kültür gelişmemiştir. Sağ kitle, şahsi risk üstlenerek sokakta politik gösteri yapmaz, meşrûluk arar. Darbelerde aktif protesto yapıp sokağa dökülmek yerine, ilk seçim sandığını beklemeyi ve tepkisini meşrû yoldan göstermeyi tercih eder. Buna mukabil sol cenah, tâ bidâyetinden beri görünürlük karakteri taşır ve alanlarda görünür olmayı, şahsi tercihini belli etmeyi önemser; bu tutumuyla yer yer meşrûluk çizgisinden ayrılarak risk üstlenip statükoyu zorlamaktan çekinmez.
İşte bu iki farklı karakter, Türkiye’de temel siyasi tercihlerin üstüne giydirilmiş ısmarlama gömleğe benziyor: Bağıran bir sol, suskun bir sağ.
Bana göre bu tesbitte zaafiyet değil sağlık alâmetleri var. Protestocu sol kültürün, suskun ve meşruiyetçi sağı bir noktada ikame ettiğini, tamamladığını görüyoruz. Şiddete yönelmediği sürece bu farklı tercihlerin izharından sonra kazanan demokratik kültür oluyor sadece. Protesto gösterilerinin şiddet boyutu bu şemayı bozuyor. Sokak hakimiyetini ele geçirdiğini sanmak, bir meydanda birkaç bin kişiyi bir arada görünce bütün toplumun böyle düşündüğü kanaatine kapılmak solun eski zaaflarından biri. Neredeyse kronik hale gelen seçim başarısızlıklarının temelinde bu olgu yatıyor: “Sessiz kitleye nüfuz edememek, onu anlayamamak ve onunla aynı dili konuşamamak.”
Başbakan ve hükûmet, şu zor günlerde kontrolü elde tutmaya azami dikkat göstererek daima ve daima meşru zeminde ve hep haklı kalmaya itina etmelidir ve sağ siyasetin en büyük dinamiği budur. Kriz sürecinde Başbakan’ın adeta tek başına inisiyatif alarak zaman zaman hissî tepkiler vermesini -kendimce haklı bulduğum sebeplerle- eleştirdim. “Sağ”ın da kendisi gibi düşünmeyen kitleleri anlamak için gayret göstermesi lazım; krizde bu husus eksik bırakıldı ve Başbakan protestocu kalabalığı kendi dünya görüşünün kriterleriyle eleştirdi. Solun yıllardan beri düştüğü bu zaafiyeti, hükûmetin tekrarlama lüksü yoktur.
“Karşı tarafı da dinle” düsturu neredeyse insanlık tarihi kadar eski ve sanıldığı kadar zor değil; kendini kıstırılmışlık hâleti içinde bunalmış gören insanların da başbakanıdır Tayyip Bey. Eminim ki, rahatsız edici bir gürültü halinde yükselen protesto uğultularını iyi tahlil edip ayrıştırdığında, ülkenin ve herkesin selameti için daha sağlıklı kararlar verebilecektir.