'Bağımsız' vekil açmazı
Size bir arkadaşımdan bahsedeceğim. Geçenlerde sohbet esnasında siyasete girmeyi düşündüğünü söyledi. Parti ismi zikretmiyorum; ciddiye dönüşmesi muhtemel bir teklif almış. Fikrimi sordu.
Ne söyleyeceğimi, nasıl cevap vereceğimi şaşırdım desem yeridir ama neticede şu mealde şeyler söyledim: "Sen işini son derece ciddiye alan bir insansın; dikkatli bir kitap okurusun; meseleleri teorik planda çabucak kavrayabilmek ve tahlil edebilmek yolunda değme akademisyenden daha eğitimli bir zihni yapıya sahipsin. Bir bürokrat olarak ehliyetini defalarca isbat ettin. Bu vasıflarından ötürü parti disiplinine itaat etmekten çok bağımsız kalmayı tercih eden bir yapın var. Senin gibilerin siyasi hayatı, ya başlamadan bitiyor veya başlangıç safhasında tıkanıp kalıyor. Korkarım ki buna benzer bir âkıbetle karşılaşacak ve sonraki zamanlarda bir siyaset küskünü olarak yaşayacaksın."
Bir şey söylemedi. Karşılıklı düşünmeye, sükûneti öğütmeye başladık.
"Ama" dedim, "az önce güzel kelimelerle tavsif ettiğim özelliklerin, seni kendiliğinden siyasete en ehil kişilerden biri haline getiriyor. Böyle özellikler taşıyan birinin siyasi hayattan uzak kalmasını istemenin haksızlık olduğunu da kabul ediyorum. Bu bir açmaz."
Sükût devam etti. İkimiz de biliyorduk ki Türkiye'de seçilme yeterliğine sahip bir şahsın bağımsız olarak vekil seçilmesi, istisnai bir hâldir. Kağıt üstünde mevcut gibi görünen bu imkân, aslında imkânsızlıkla mâlul. Bir parti listesinden vekil seçilmek ise, asgari siyasi nezaket ölçülerine göre parti ve grup disiplinine itaat etmeyi gerektiriyor. Denilebilir ki, "Parti ve grup disiplinine riayet etmek, neticede bir vekilin siyasi alanda kendini ifâde arzusuna kısıtlama getirir mi?" Bu soruya "evet" demek, bütün partili vekilleri, şahsi bağımsızlıklarından peşinen vazgeçtikleri yolunda bir töhmet doğurur; fakat siyasi sistemin genel işleyişi itibariyle söyleyebiliriz ki, partisinin yanlışlarını dillendirmeye devam eden bir vekilin siyasi geleceği pek parlak olmuyor. Sistem, bir vekilin siyasi kanaatlerini lider ve grubun iradesine bağlı tutmayı emretmiyor elbette ama pratikte cereyan eden üç aşağı beş yukarı bundan ibarettir. Neticede liderler, seçimden önce vekil adaylarını gözden geçirirken "uyumluluk" adı altında vekilin, grup içindeki muhtemel davranışlarını hesaba katmaya çalışıyorlar; bu açıdan bakıldığında parti ve grup disiplini, bir siyasi heyet olarak partinin varlığını devam ettirmesi için asgari derecede gerekli görünüyor. Zaten "güçlü ve istikrarlı grup" tabiri de, vekillerin sayısından ziyade biraz da liderin ve partinin kararlarına itaat eden grup anlamına geliyor.
Konuşmamızı bir karara bağlayamadan sonuçlandırdık ama önümüzdeki seçimlerin ve daha uzun vadede demokrasimizin temel açmazlarından birini teşkil eden bu meseleyi askıda bırakmamalıyız. Mevcut liderlerin, bu saatten sonra gerektiğinde "bir ağaç gibi tek ve hür", gerektiğinde ise "bir orman gibi kardeş" nitelikler taşıyan bir grup tasarlamalarını beklemiyorum. Kendilerince haklı olarak liderler, zahmetsiz ve fazla enerji gerektirmeyen yönetimi kolaylaştıracak isimleri tercih edeceklerdir. Problem çıkarması muhtemel, icabında grup kararına ihtirazi kayıt koyması beklenen, şahsi niteliklerini partili kimliğinin içinde eritmeye rıza göstermeyen vasıftaki adaylar, (hele bir de potansiyel liderlik özellikleri hissedilmiş ise) aday adayı listelerine girmekte yine zorlanacaklar.
Seçimlere bir yıl kaldı; esasen siyasi partiler ve seçim kanunlarında -hep şikayet edilegelen- değişiklikleri yapmak için yeterli zamana sahibiz ama zannediyorum ki mevcut kanunlarda kıl kadar değişiklik yapılmadan (seçilme yaşını 25'e indiren değişikliği ciddi bulmuyorum) seçimlere bu minval üzre gideriz.
Liderlerimiz demokrasiyi çok seviyorlar; keşke onun yarısı kadar parti içi demokrasiyi de sevmiş olsalardı.