Baba şaplağı!
Geçen akşam haberlerde, Şırnak'ta mı, Doğubayazıt'ta mı bilmiyorum, Apo'nun Türkiye'ye tesliminin sene-i devriyesi münasebetiyle yurdumuzun bazı yörelerinde (Yavru vatan ve yurtdışı temsilciliklerimizde değil çok şükür!) düzenlenen protesto gösterilerinden bir kare çarpıyor gözüme.
Western filmlerinin vahşi batı kasabalarını hatırlatan "Mecburiyet caddesi"nin bir tarafını kuşatan emniyet güçlerine, öteki taraftan taş ve havai fişek atılmakta. Protestocuların büyük çoğunluğu çocuk. Hani şu, "Polise taş attı da hayatı karardı; 10 çocuk için 30 yıl hapis isteniyor", "Bunlar daha sabî, serbest bırakılsınlar!" diye bazı bir kısım basın ve köşe yazarlarımızın arka çıktığı çocuklar. Neyse... Çocuklar polise taş atıyor, panzer su sıkıyor, polisler ara sıra kızıp hücuma geçip biber gazı bombası atıyorlar; göstericiler ara sokaklara kaçışıyor, haberciler sırtlarında on kiloluk cihazlarla kamerayı hoplata hoplata taş yağmuru, gaz serpintisi altında haber kovalarkeen...
A, o da ne?
Ezber bozan bir sahne sayın seyirciler! Bir baba, evden ve kendisinden habersiz, bacak kadar boyuyla sokaklarda taşlı eylem yapmaya kalkışan çocuklarını tekme-tokat döverek eve doğru götürüyor.
Mübalağa değil, birinin poposuna incitmeyecek cinsinden yalancı bir baba tekmesi, ötekinin ensesine bir şaplak! Derken bir başka görüntüye geçiyor kameramız; bu defa baba vaziyetindeki yetişkin adam, arkadaşı veya yakın akrabası olduğunu tahmin ettiğimiz bir akranıyla görülüyor; aralarında bir çocuk. Çocuk ağlıyor; belli ki az önce babasından okkalı birkaç tokat yemiş. Kameraya doğru yaklaşınca, "Vallahi polise taş atmıyordum; oradan geçiyordum" mealinde bir şeyler söyleyerek durumu kurtarmaya çalıştığını fark edebiliyoruz.
"Ha şöyle yahu" diyorum içimden, "Ha şöyle; ana-baba ne zaman lazım evladına, işte böyle günde sahip çıksın, çeksin kolundan tutup eve götürsün diye..."
Ne var ki vicdanımda tâze kuma gibi tedirgin ve bedbin duran entelektüel tarafım, "Nee" diyor, "Çocuğa dayak atmayı olumluyor musun sen?"
"Hee, olumluyorum kardaş, n'olmuş ki?" diye sertçe tersliyorum onu. "Cezai ehliyeti olmayan bebelerin taşlı-sapanlı politik gösteride ne işi var; evlerinde oturup derslerine baksın keratalar. Polisin canı acıyınca birkaçını tutup hâkimin karşısına çıkarıyor, ondan sonra aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Daha aritmetik bilmeden memleket kurtarmaya kalkıyor bacaksızlar; üstelik kendilerini yönlendiren militan abilerinin kışkırtmasıyla. Sen baba olsan, evlâdına polise taş attırır mısın ahbab?" diye çıkışıyorum vicdanımın entel kanadına.
"Sana çok acı şeyler söylerdim ama şimdi kızgınsın, yarın konuşuruz" diyor sadece, "Yarını-filan yok bu işin" diyorum. "Çocukların hakkını savunan onca aktivist, sadece taş atan çocuklar yakalanınca harekete geçiyor; o çocukların eylemde kullanılmalarına bozuk atanını görmedik pek; sen de onlardan mısın nesin?" diyorum. "Öyleyse babalarından dayak yiyen çocuk görüntülerini beğendin?" diyor. "Evet efendim, beğendim, var mı diyeceğin?" diye dayılanıyorum. "Öyle dayak vardır ki oku raydan çıkarır; öylesi de vardır, kırk ciltlik kitap gibidir" diye kükreyerek devam ediyorum, "Üstelik cennetten çıkma olduğu hakkında sağlam rivayetler de var biliyorsun..."
"Sen bayağı sinirlisin" diyor vicdanım, "ağzından çıkanı kulağın duymuyor; ok raydan çıkmaz, ok yaydan çıkar!"
"Öyle olsun" diyorum, "Okuyucu taifesinden çektiğim yetmiyormuş gibi bir de sen çıktın başıma; ha ray ha yay, ne fark eder?"
Karışılıklı gülüşüyoruz. Ben çocukların ebeveyninden daha müşfik muamele görmesi noktasında tâviz veriyorum biraz, vicdânım da, "Haklısın, biz bu çocuklara bugüne kadar ana-babasız nazarıyla baktık; rüşdünü ispatlayan kimi protesto ederse etsin fakat, çocukken biraz aile ilgisi görseler iyi olur" noktasına doğru geriliyor. Anlaşıyoruz.