Avrupa'da güzel şeyler de oluyor!
Geçen hafta sonu Almanya'nın Stuttgart şehrinde dostlar arasında idim. Türkiye'den Almanya'nın nasıl göründüğü herkesin mâlumu; ama Stuttgart'tan Türkiye'ye bakmak bambaşka bir tecrübe idi. Hariçten bakıldığında Almanya'daki Türkler (vatandaşlarımız diyemiyorum; çünkü Türkler arasında Alman vatandaşlığına geçmek, giderek güçlenen bir eğilim halini almış bulunuyor) rasyonel esaslara göre tanzim edilmiş tertipli, huzurlu, sağlıklı, temiz, sakin ve insanı tüketmeyen bir çevrede yaşıyorlar.
Gelir durumları Türkiye ortalamasının çok üstünde. Yabancı düşmanlığı diye tâbir edilen o yaygın ve sinsi baskının bile, Türklerin pozitif enerjisini ve yaşama heyecanını geriletmediğini görmek sevindirici bir husus. Çoğunluğu, "Artık burası bizim şehrimiz, bizim ülkemiz; buralı olduk. Türkiye'nin yeri başka; ama artık geri dönmeyi düşünmüyoruz." şeklinde konuşuyorlar. Muhaceret, insan topluluklarına daima dinamizm kazandırmıştır. Türkleri Almanya'da, Almanya'yı memleket edinmek konusunda kararlı görmek beni şaşırttığı kadar sevindirdi de. Şaşkınlığım, dünyayı daima Türkiye'nin penceresinden seyretmenin kazandırdğı düşünce konforunun sarsılması yüzündendi. Sevincimin sebebi ise Türklerin hayata tutunma ve onu güzelleştirme arzularına şahit olmaktan doğdu.
Topu topu iki endişeleri vardı: İlkini söylemeye ne hâcet: Türkiye'nin hâli. İkincisi ise evlâtları. Avrupa'da yaşayan Türkler, daha şimdiden "dördüncü kuşak"ın geleceği hakkında ciddi endişeler taşıyor ve dördüncü kuşağı teşkil edecek evlatlarına "sahip çıkabilmek" için didiniyorlar. Hissedebildiğim kadarıyla Türk devletinden ve onun hariciye teşkilatından sadre şifa bir yardım bekleyen yok gibi. Türkiye Türkleri arasında gâhi zaman sıcak çorbanın soğutulmasını bile devletten uman anlayış, Avrupa Türklüğü arasında gitgide zayıflamış. O yüzden "iş başa düştü" anlayışı giderek yaygınlaşıyor; ama kolayca üstesinden gelinemeyecek bir paradoksla yüz yüze olduklarının farkındalar. Evlatlarını Avrupa'ya intibak etmiş bir Türk gibi yetiştirmek lâfzen mümkün olsa da fiiliyatta çok karmaşık ve ağır bir kültür değişimi problemi teşkil ediyor. Avrupaileşmek kolay; dördüncü kuşak için dil (Almanca, Fransızca, Felemenkçe) problemi yok; tam aksine bir anadil (Türkçe) problemi var. Üçüncü kuşak gençler arasında Almancayı sular seller gibi gayet akıcı konuşabildiği halde Türkçe tekellüm etmek gerektiğinde arada Almanca kelimeler kullanmak mecburiyetini duyanlar büyük bir ekseriyet teşkil ediyor. Bu durumda dördüncü kuşağın ne kadar derin bir dil ve kimlik sıkıntısı yaşıyacağını tahmin etmek hiç de zor değil.
Stuttgart'taki çay sohbetlerinde döne döne hep bu meselenin konuşulduğunu gördüm. "Almanlar da işin farkında, genç nüfus oranı giderek azalıyor; eğer dördüncü kuşağı biz kazanırsak Almanya bizim olacak, aksi takdirde Türklerin çoğunlukta olduğu yabancı nüfus ekseriyeti teşkil edecek." diyorlar.
Tablonun güleryüzlü yanı da var; aralarında bulunduğum topluluk dayanışma, kardeşlik hukuku ve sevgiyi bölüşerek çoğaltmak hususunda beni gerçekten imrendiren güzellikler sergilediler. Altın gibi kalpler, pırıl pırıl simalar, ne yaptığını bilen ve son derece düzgün düşünen insanlar gördüm ve onlarla tanışmak saadetini yaşadım. Hatta yaşadıkları onca probleme rağmen Avrupa Türklüğünün, Türkiye'nin geleceği için ne kadar büyük ve önemli bir potansiyel teşkil ettiği yolundaki düşüncelerimi onlarla paylaştım. Mark veya frank cinsinden bir beklenti değildi bu; özellikle bugünlerde kıtlığını şiddetle hissettiğimiz zihnî dirâyet cinsinden bir ümitti bu. Özellikle tanıştığım üçüncü kuşağa mensup gençler ve çocukların eğitim seviyesinin kalitesi, samimiyetleri ve dengeli duruşları beni çok etkiledi. " Günün birinde Amerika'dan kurtarıcı getirtmek yerine Avrupa Türklüğünün zengin zihnî potansiyelinden istifade etmek mümkün olabilir ve bu insanlar iki asırlık rüyamızı, yani Batı'nın ilmi disiplini ile mücehhez kuşakların yetişmesini tahakkuk ettirebilir" diye düşündüm. Temas ettiğim topluluğun Avrupa Türklüğü içinde birlik, dayanışma ve güzelliği çoğaltma açısından mutlu bir azınlık teşkil ettiğini bilsem de bu ümidimi hep koruyacağım.
Avrupa'da güzel şeyler de oluyor!