Avrupa Birliği üzerine karışık duygular
Avrupa Birliği’nin üzerinde karabulutlar dolaşıyor; kuruluşundan bu yana çeyrek asır bile geçmeden birliğin mâli yapısındaki ârızalar dikkat çekmeye başladı.
Vaktiyle girmeye pek istekli olduğumuz hâlde senelerdir üyeliğimizin sürüncemede bırakılması yüzünden biz Türkler, Avrupa Birliği’nin düştüğü mâli krize bakıp gizlice “Oh olsun” diyor muyuz bilemiyorum. Meseleyi hissî planda değerlendirmeden evvel Avrupa Birliği’nin dünya tarihi içindeki anlamına göz atmak daha isabetli olacaktır.
Avrupa Birliği, bir fikir olarak saygı duyulması gereken, medenî bir idealdir. “Birlik” kavramını tersinden okumayı denerseniz, orada bir araya gelmek, barışmak ihtiyacının kendisini hissettirdiğini anlayabilirsiniz. Hangi tür yapı olursa olsun, yapmak zor, yıkmak kolaydır. Ülkeler arası bir kıt’a birliği kurulması, tarihte fiilen pek az gerçekleşmiş bir hâdise. Avrupalılar bu birliği gerçekten istediler, çünkü birlik onlar için kaçınılmaz bir ihtiyaç hâline gelmişti. Bu basireti takdir etmeliyiz.
Avrupa, bilinen zamanlardan beri en sık aralıkla askerî vuruşmaların, harplerin, kıtlıkların, krizlerin, kültürel çatışmaların, katliam ve soykırımların, sınıf savaşlarının cereyan ettiği bir sahne oldu. 15. yüzyıldan zamanımıza kadar uzanan süreçte dünyanın bâkir servetlerini, tabii zenginliklerini, insan kaynaklarını zâlimce sömürerek diğer kıtalar ve halklar aleyhine semiren Avrupa işte bu yüzdendir ki Sanayi ihtilâlini tutuşturacak derecede yoğun sermayeyi ve ucuz emeği bir araya getirebildi. Bu kıtanın tarihi kanla, acıyla, açlık ve nefretle yazılmış gibidir. Tarihin en kanlı din savaşları, en acımasız ideolojik çatışmaları burada yaşandı; her iki dünya savaşına sebep ve sahne oldu. Avrupalılar başta olmak üzere milyonlarca insan katledildi, zehirlendi veya düpedüz imhâya uğradı. Dünya yuvarlağında en karabahtlı kıta hangisidir diye sorulsa, tek cevabı Avrupa olurdu: Âdeta netâmeli, uğursuz, lânetli bir bölgedir Avrupa.
İşte Avrupa Birliği, sanki Avrupalılık şuurunun kendisiyle hesaplaşması, ve nerede yanlış yaptığını aramak için samimi bir gayretle nefsini sigâya çekmesi anlamına geliyor.
Birleşik Avrupa birliği fikri yeni değil; Roma’dan sonra Avrupa’yı tek yönetim altında barış içinde bir arada tutmayı deneyen başka arayışlar da olmuştu fakat hiçbiri, şimdiki kadar hedefe yaklaşamadı. Birlik, ister istemez bir imparatorluk modeli arayışıdır; nitekim hiçbir Avrupa devletinin tekeline bırakılmamış ortak karar mekanizmaları, ortak para birimi, ortak hukuk, idari ve iktisadi yapı, hatta ortak güvenlik arayışları, 21. yüzyılda imparatorluğun kibar bir dille ifadesinden başka bir şey değil. Netâmeli geçmişlerine rağmen Avrupalılar böyle bir birliğin teknik ve psikolojik engellerini aşabilecek zihnî olgunluğu da sergileyebildiler. Afrika Birliği, İslâm Devleti Birliği, Türkî Devletler birliği, Asya veya Pasifik ülkeleri birliği gibi sair birlik modellerinin hâl-i hâzırdaki durumuna bakarak AB’nin onlara göre ne kadar gerçeğe yakın bir birlik arayışı olduğunu anlayabiliriz. AB bir arayış değil artık bir vâkıadır; bugünlerde derin bir mâli bunalım içine düşmesi, fiilen bir imparatorluk modeli göstermesine rağmen büyüklüğüne mütenasip bir askerî varlığa sahip olmaması gibi zaaflarına bakarak birliğin geleceği hakkında kötümser olmamak gerekir. AB, tabiatı icabı güç ve o yüzden değerli bir fikir olarak proje safhasından fiiliyata geçti fakat devamı için iyimser olamıyoruz. Bunun en bâriz sebebi, şu günlerdeki mâli kriz değil ama “birlik”in kapsamı ve tabii sınırları konusundaki kafa karışıklığıdır. Mevcut hâline bakılırsa AB, aynı zamanda Hıristiyan kültürü ortak paydasında buluşan toplulukların birliği ve içine herhangi bir İslâm ülkesini katmak düşüncesi, karar mevkiinde bulunanları fena hâlde irkiltiyor; bu gibi anlarda Avrupa’nın derin şuuraltı harekete geçerek “Müslümanlarla asla!” gibisinden bir ikaz sinyali ile tavrını sertleştiriveriyor. Oysaki imparatorlukların en belirgin vasfı, sadece din hürriyetlerini fiilen garanti altına almak değil, o dinlerin hâmisi olmaktır.
Kısaca AB dereyi geçtikten sonra çayda bocalayan bir görüntü çiziyor: Nüfusu gittikçe yaşlanıyor ve iktisadi açıdan eskisi gibi üretken değil. Diğer dinler neyse ama özellikle İslâm’a karşı belirgin ve hiç de nazik sayılamayacak bir endişe taşıyor ve Avrupa’da dinî hayat giderek zayıfladığı hâlde AB, bir Hıristiyan kulübü görüntüsünden kurtulamıyor. Yunanistan örneğinde görüldüğü üzere sırf birliğin prestijini kurtarmak için aslında rantabl olmayan hissî hamlelerle romantik davranabiliyor. Güçlü ve ortak bir Avrupa ordusu kurmak için cesaret, niyet, kaynak eksikliği içinde ve en önemlisi risk üstlenmekten çekiniyor. Bu hâliyle AB, yaşlı, yorgun ama tecrübeli; engin görüşlü, kültürlü ama zihnî korkuların evhamı içinde mütereddit, rahat ve sancısız bir emeklilik dönemi geçirmekten başka politik maksadı kalmamış saygıdeğer bir kuruluştur.