Avrupa Birliği : Âmin!
İngiltere’nin ayrılık kararından sonra Avrupa Birliği iskambil kâğıtlarından yapılmış bir şatoymuş gibi sarsılmaya başladı. Türkiye’deki en güçlü siyasi damarlardan birini teşkil eden ‘AB’yi istemezükçüler’ lobisi sevincini gizlemeye lüzum görmüyor. Batı dünyasında ırkçı ve faşizan eğilimli partiler de, “Olacağı buydu; buyrun biz de çıkalım” havasına girdiler.
İskambil kağıdından şato benzetmesi üzerinde durmak istiyorum; bu metaforda hüzün verici ve elbette felsefi ayrıntılar gizli.
Yıkmak ve bozmak dürtüsü nerden geliyor?
Tenha bir yolda, boş bir konserve kutusu görürseniz ona sıkı bir şut çekmek gelir içinizden. Niçini, sebebi yok; öyle gelir… Deniz kıyısında kimbilir kimlerin nice saatler ve emek harcayarak diktiği bir kumdan kaleyle karşılaşınca, önce ‘gören var mı?’ diye etrafa alelacele göz attıktan sonra sağını solunu dürtükleyerek yıkmak arzusu câzip görünmeye başlar.
Birileri her sene ünlü plajlarda kumdan kale yapma yarışması düzenlerler hani. İnsanlar ve özellikle çocuklar iddiayla yarışmaya katılır, ekip halinde çalışır, gerçekten saygı ve hayranlık uyandıracak güzellikle eserler, heykeller, evler vesaire yaparlar. Yarışmanın finali olur, ödüller verilir, hatıra fotoğrafları çekilir, gece bastırır ve kumdan kaleler sahipsiz kalır. Eğer, yapılanı bozmaktan zevk duyan sıradan birisi oradan geçmezse birkaç gün sonra ya dalgalar, ya güneş veya yağmur veya rüzgarlar onca emek mahsulünü önce şekilsiz bir kum yığını haline getirecek, sonra da hiç olmamış gibi düzleyiverecektir.
İskambil kağıdından şato yaptınız mı hiç?
İskambil kağıdından şatolar da öyle. Ben yıllar önce birkaç kere tecrübe ettiğim için biliyorum. İlk sıra nisbeten kolaydır, ikinci sıra biraz daha itina ister ama daha fazlası için artık ya profesyonel ve uyumlu bir ekip çalışması gerekir. Ne için? Bir üflemede veya kapının aniden açılması sırasında oluşacak hava cereyanında kolaya yıkılıverecek basit bir oyuncak için bunca emek verip uğraşmaya değer mi?
Ne işe yarar kağıttan şato yapmak?
Gerçekçi bakış şöyle seslenir:
-Hiçbir şeye yaramaz; o bir oyun ve eğlencedir. Belki biraz vakit geçirirsiniz ama kalıcı değildir. Siz daha ciddi şeylerle uğraşmalısınız!
Daha ciddi derken neyi kastediyor olabilirsiniz? İskambil kağıtlarının ucuna biraz tutkal sürerek şatoyu daha dayanıklı hale getirmek veya aynı işin daha büyük çaptaki versiyonu durumundaki inşaat sektörü olabilir mi mesela?
Kızmayın hemen, meselâ dedik…
Yapmak zor ve kahırlı; yıkmak kolay ve zevkli
İsteyenler, şu dünya üzerinde hangi işin, hangi sektörün, hangi ciddi faaliyetin aslında bir oyun ve eğlence olup olmadığı hakkında kendi kendine uzun felsefi musahabelere dalabilir. Biz pratik olmak ve sadede gelmek zorundayız. Sadedim şudur: İnsanları biraraya getirmek ve onları sulh ve selamet istikametinde bir arada tutmak ve yaşatmak iskambil kağıdından şato kurmak gibidir. Büyük feragat, emek, azim ve ısrar icap ettirir ve eğer o topluluktan barış havaları yükseliyorsa yapılan mübarek ve hayırlı bir iştir.
Avrupa Birliği bir iskambil kağıdı şatosuydu ve şimdi zemin kattaki kağıtlardan biri yerinde değil; birliğin dağılması büyük ve ciddi bir ihtimâl.
Beşeri entropiye direnebilir miyiz: tabii, elbette!
Fizik dünyasında geçerli entropi olgusu beşeri düzlemde de geçerlidir. Her canlı yaşlanır ve ölür, metaller paslanır ve bozulur, sular alçağa akar, ivmesini kaybeden cisimler âtıl kalır. Beşeri birlikler de entropik yapılardır, aynı iskambil şatoları gibi zahmetle kurulur, kolayca yıkılıverirler; buna rağmen insanlar, hüzünlendirici bir tekrar cehdiyle birliğe doğru yönelir ve birlikten nefret ederek onu dağıtmak isterler. Anlaşılıyor ki bu da bir imtihandır; hatta bir oyun ve eğlence.
Oyun ve eğlence tabirini bilerek, kasten tercih ediyor ve kullanıyorum: “Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve eğlence türünden tutkulu bir oyalanmadır. Ahiret yurdu ise işte asıl hayat odur. Bir bilselerdi!” Orijinal tabiri aynen şöyle: Lehv ve laib. Öyle bir oyun ki, eğer layıkıyla ciddiye alınmazsa gerçeklik algınızı bozabilir!
Bugün filozof yanım hareket halinde anlaşılan; kınıyor ve mümkünse yeniden sadede geliyoruz.
AB; lanetli kıtanın af duası!
Avrupa Birliği, bu lânetli kıtanın, takriben dört-beş bin yıllık uğursuz tarihinde vasıl olabildiği en yüksek kaliteli, en iyimser barış anlaşmasıydı. Avrupalılar, hepimiz gibi temelde zalim ve cahil bir topluluktur. İnsanlık tarihine oranla zaten pek kısa bir bölüm teşkil eden tarihleri, -dünyanın diğer taraflarında olduğu gibi- kısa, kanlı, darlık, yokluk ve korku içinde geçmiştir. Onları, dünyanın diğer aksâmından ayıran küçük bir farklılık var; uğradıkları felaketlerden ders çıkarmak noktasında batılı sapiensler, diğer insanlardan bir ‘tık’ daha iyi performans gösteriyorlar! Bunu kabul edip altını çizmekte hiç mahzur görmem…
Avrupa kıtası, sadece son bin yıl içinde büyük kıtlık dalgalarıyla sarsıldı; salgın hastalıklara kırıldı, iki dünya savaşında tarihin en büyük can kayıplarının yaşandığı coğrafya orasıydı; Irkçılık, Nazizm, taassup, fanatizm, sömürgecilik, jenosit gibi mel’un işlerin doğduğu yer de Avrupa’dır; insanlığa büyük acılar çektirdi ve acı çekti, doğru ama başka bir doğru daha var. Avrupalılar, o meşhur Karadeniz fıkrasında olduğu gibi, tabiatlarının eksik ve zalim tarafını bir yerde farkedebilip, yaralarını onarmak için inleye inleye de olsa doğru istikametinde emekleyebiliyorlar.
Fıkra şöyleydi: Adamın biri yolda görüp benzettiği birine, ‘Karadenizli misun?’ diye sorar; öteki, ‘Nerden anladun da? Öyleyim fekat tedavi olayrum’ cevabını verir…
Brexit’ci çocukluk!
AB, böyle bir tasavvurun adıydı. Dünyayı sömürüp esirleştirmek için kurulan meşhur batılı şirketlerden biri değildi. Askeri saldırganlık maksadı yoktu. Düşününüz ki, milliyetçilik kavramını icad etmiş ve bu kavramın bin türlü acısını bizzat kendi evlatları üzerindeki yaşamış bu kıta, şimdi bir yanlışı onarmak istercesine milli semboller üzerine abanmaktan vazgeçiyor, ortak vatandaşlık idealini zorluyor; müşterek bütçe, ortak savunma, ortak siyasi program ve ortak anayasa yapabilmek için elinden geleni yapıyor.
Avrupa Birliği’ni ben hep böyle gördüm ve takdir ettim. Bu birlikte hayırhah ve yüksek bir insanlık fikri gördüm. En azından aynı minval üzerindeki Birleşmiş Milletler’den daha pratik ve hayata geçirilmesi mümkün bir birliktelikti. Hâlâ saygı duyuyorum; insanların barış içinde birlikte yaşama emellerini yükselten her arayış takdir ve teşvik görmelidir. Brexitci takımı, kağıttan bir şatoyu yıkmış olmanın mânâsız sevincini yaşayan şaşkın çocuklara benziyorlar. ‘Biz kendimize yeteriz; paramızla Avrupalıları daha fazla finanse edecek değiliz’ yollu milliyetçi böbürlenmeler kulağa ne kadar tanıdık ve boş geliyor.
Beşeri kanun: ‘iyiler yorulur ve kaybeder’ mi?
AB’nin geleceği konusunda karamsarım ama; yüksek insani fikirlerle kurulan birlikler, kumsalda kendi haline bırakılmış kumdan kaleler veya iskambilden şatolar gibi entropik bir âkıbete sürüklenip gider sonuçta. Böyle güzellikleri yaşatmak için her zaman artan oranda gayret ve emek gerekir; dar görüşlülükle mücadele etmek, paylaşmanın erdemini insanlara kabul ettirmek lazımdır ama bir süre sonra ‘iyiler’ yorulmaya, yıpranmaya başlar.
İnsanlık tarihi şunu öğretiyor: İnsanlar birlik yerine bölünmeyi, barış yerine çatışmayı, huzur yerine korkuyu, güven yerine gerginliği, hukuk yerine keyfiliği tercih ediyorlar; beşeri entropi bu yöne doğru işliyor. Siz buna kısaca ‘insanın fıtratı’ da diyebilirsiniz. İnsani fıtrat, çok genellemeci bir bakışla söylersek yapılanı yıkmaya, birleşeni bölmeye, birikmişi tüketmeye ve kısa vadede nefsine hoş geleni tercih etmeye meyillidir.
Bu fıtratı, sabahın erken saatlerinde kumsalda duran bir kumdan kaleyle başbaşa yalnız bırakmaya gelmez!