Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu göreve!
Vatandaşın biri, ‘Neymar da paralel miydi?’ yazısına kızmış, “Nedir yahu, her konuyu getirip RTE’ye bağlıyorsunuz; hocanız size böyle mi tembih etti?” meâlinde haşlıyor kendince.
Garibim bilmiyor ki, üç harfle andığı kişinin ‘yönetmek’ kavramından anladığı, her gün -müsbet menfî fark etmiyor- illâ ki kendisinden bahsedilmesidir. Sırf bunun için bir otobüs dolusu danışman heyetinin, yeni yeni dürr ü güherler bulmak için nasıl eziyet çektiğini tahmin edebiliyorum. Gül cemâlini ekranlardan görüp bülbül sesinden daha latif sesini duymamak için evde kendimce bir nevi örfî idâre ilân ettimse de hazret, spam filtrelerini aşıp posta kutusuna düşen istenmeyen mektuplar gibi aziz milletini i’zaç etmekte bir nevi hükümrânlık zevki buluyor.
Gündem kapma iştihâsıyla rahmetli Raif Cılasun’un “Teksas’ta İslâm’ın Gücü” romanını hatırlatan yeni tezine ne buyrulacak: “Müslümanlar Kolomb’dan önce Amerika’yı keşfetti” iddiasını, TV dünyasında meşhur olup, bilahire reklam filmi çekerek köşe dönmek isteyen bir şöhret meraklısı söyleseydi konuşmaya değer bulunmazdı. Ne var ki bu ‘ilmî tez’, en azından düne kadar ciddiye alınması gereken bir makamın sahibi tarafından seslendirilince, “Canım, belki bir arkadaş meclisinde espri yapmıştır” deyip geçmek mümkün olmuyor. Diğer taraftan yavaş yavaş tesis edilmekte olan bir ‘parti devleti’ olgusunun varlığıyla, bilinen tarihi altüst edecek bu yeni nazariyenin farzımuhal Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu tarafından –mecbûren- sahiplenilmesi de ihtimâl dahilindedir; bkz. Güneş-Dil Teorisi ve Kayıp Kıta Mu efsânesi... Şu ana kadar kimsenin aklına gelmediyse, bu mühim ilmî tedkiklerin, adı geçen resmî kurum tarafından başlatılmasını teklif eden ilk kişi olmak isterim doğrusu.
Eğer ‘ilham’ olmasaydı, ilim bu kadar gelişir miydi efendim? Bence Amerika’nın Müslümanlar tarafından keşfi ve buna paralel olarak Küba’nın en yüksek dağına Çamlıca misâli bir dört minareli, tünelli, asansörlü ve teleferikli bir cami yapılması konusu, 1930’dan bu yana dünya tarihine doğru dürüst bir katkı yapma fırsatı bulamamış Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu’na tevdî edilmelidir.
Nelerle uğraşıyoruz? Hazret-i men leh’ül emr’in sâyesinde işte bu gibi ciddî şeylerle meşgulüz. Sırf bu yüzdendir ki hayırsever esnaflarımızdan Reza Bey’in özel ulağı tarafından taşındığı halde kimlere teslim edildiği her ne hikmetse unutulan ve fakat adlî mercilerce pek kaale alınmayan külliyatlı dolarlardan bahsetmek imkânı da kalmıyor; kezâ hukuk sistemimizde ve adlî düzenimizde inkılâp çapında bir tesir husûle getirmesine muhakkak nazarıyla baktığımız Deniz Seki nam şarkıcı hanımın, eninde sonunda adaletten yakayı sıyıramayarak derdest olunup hapishaneye konulması hadisesi de gümbürtüye gidiyor. Bu haber önemlidir çünkü, “Yapanın yaptığı yanına kalıyor; hırsızlar serbest bırakılıp üstüne üstlük bir de alkışlatılarak taltif görürken polisler sürüm sürüm süründürülüyor; darbeciler, şikeciler, harâmîler bile üste bir de özür dilenerek serbest bırakılırken kamu düzeni ise şakî takımının insafına terk ediliyor” yollu tezviratlarda bulunan ehl-i nifak ve şikaka inat memlekette hukukun hâlâ üstün ve müessir bulunduğunun isbâtıdır bu Deniz hanımın tevkifi. Bu, milât çapında bir hadisedir. Âmme vicdânı müsterihtir.
Bir de “Kudsiyetpenâh Papa Fransuva cenablarını yüce kişiliği ile baştan sona bir dâr’ül İslâm olan ülkemizde ağırlamak mazhariyetine nail olursak değmesinler keyfimize...
Kaç defa söyledik; yahu arkadaşlar, ne içiyorsanız bize de söyleyin, biz de içelim; şu sayılı laylaylom günlerinden biz de hisseyâb olalım! [email protected]