Atatürk hacı mıydı?
“Yapmayalım, etmeyelim” diye hafif yollu itiraz edecek oldu bir arkadaş. Odaya tuhaf bir sessizlik çöktü; sessizlik ve öfke dolu bakışlar…
Belki bir yirmi saniye kadar sonra yayın müdürü top gibi patladı, “Yahu” dedi, “Öyle bir zaman diliminde yaşıyor, öyle tehlikeli bir berzahtan geçiyoruz ki tereddüd etmek bile ihanettir. Sıradan mantığın işlemediği önemli günler içindeyiz. Hem yapacağız, hem edeceğiz. Durmak yok. Nedir efendim, ‘çakma belgeye çay lekesi ilave etmek hataydı; herkes bilmem neresiyle bize gülüyor, madara olduk’ diyor bazı arkadaşlar. Kardeşim biz bu belgeleri kriminoloji uzmanlarına, tarihçilere, grafologlara hitaben uydurmuyoruz. Bunların alıcısı bizim seçmen kitlemizdir ve onların böyle şeylere ihtiyacı var. Hani Ümmü Gülsüm’ün bir şarkısı vardı, ‘Bana bir şarkı söyle ve al gözlerimi’ diye, o hesap işte; ne söylesek, ne uydursak almak, okumak, inanmak ve savunmak zorundalar. Niçin, çünkü hepimiz mâsumiyetimizi, haklılığımızı kaybettik; bu cenahta artık herkes birbirinin suç ortağıdır ve ne uydurursak uyduralım inanacaklar. Bize düşen sadece onlara günlük istihkaklarını, tayınlarını vermekten ibaret. İcab ederse buğday ununun arasına çekilmiş süpürge tohumu da katacağız ve öyle yapıyoruz zaten; icabında kömür tozu, olmadı bildiğin toz toprak. Çay lekesiyle herkes alay ediyor diyorsun. Okuyucumuz olaya böyle bakmıyor ama. ‘Şerefsizler, bak çay âlemi yaparken suç belgesinin üstüne çay damlatmışlar, belki de demliği devirmişlerdir’ diye düşünüyor.”
Bir an susup sözlerinin yayın toplantısındaki arkadaşlar üzerinde nasıl tesir uyandırdığını kontrol etti; sonra biraz daha düşük tonda ama aynı inandırıcı ses tonuyla devam etti, “Yav tamam, normal günlerde olsak bunlar bulaşılacak işler değil. Bu arada el altından ilân verdiniz değil mi grafiker aramak için; şöyle orta derecede fotoşop bilsin, biraz da akıllı olsun yeter, aman ihmâl etmeyelim daha çok lâzım olacak bize bu elemanlar. Ne diyordum, şimdi vaziyet şudur; farzet ki 180’le viraja girmişsin ve araba savruluyor; ne yapacaksın? Fren yaparsan mahvolursun, gaza basacaksın. Ya herro ya merro! Yoksa ben bu yaştan sonra Atatürk’ün hâtırasını, hukukunu savunacak adam mıydım ben? Neyse, bu iki ay böyle devam ediyoruz arkadaşlar. Şu anda ömrü boyunca hiçbir siyasi faaliyete bulaşmamış, sessiz ve zararsız bir adamı bile terör suçundan içeri atıp yargılatacak bir üstünlük var elimizde. Balyoz’u gördünüz, kamyon dolusu sahici belge vardı, ne oldu? Yok sayıldı. Baransu’yu da pastanın çileği olarak aldılar içeriye. Ergenekon kezâ, sonra o diğer şeysiler… Bunlarda normal mantık var mı? Yok! İnandı mı okuyucu; ânında! ‘Vay canına bizi kandırmışlar’ diye bir lâf attı bir büyüğümüz, hepimiz sahiplendik. Hayır, sahiplenmeyip ne yapacaksın? Binmişiz bir alâmete gidiyoruz kıyâmete hesabı. Hidâyet Karaca’nın tutuklanma sebebini mantıkla izah edemezsiniz, yok öyle bir mantık çünkü. Öyleyse yapılan herşeyin arkasında duracağız, tırsmak yok. Siz bana yeni projelerle geleceksiniz; mantığı boşverin, yeter ki seçmen kitlesini doyurabilelim. Arslana benzer bu seçmen kitlesi; midesini boş bırakmayacaksın! Meselâ bakın, genç bir arkadaş ilginç bir haber geliştirmiş, ‘Atatürk hacı mıydı?’ diye çok fantastik bir araştırmacı gazetecilik. Belge de yapmış, aferin; saray kayıtlarına göre otuzlu yılların ortalarında 12 gün ortadan kayboluyor rahmetli. O günlerde Kâbe’de Safa ile Merve arasında görüp tanıyan görgü şahitlerinin torunlarını bulup konuşturmuş ama görseli eksik. İyi bir fotoşopçu elimize geçerse, güya İngiliz gizli servisinin çektiği fotoğraf diye çakacağız birinci sayfadan, Ulusalcılar Vosvos’un ezdiği tavuk gibi sersemleyecek. Yaratıcı haber budur arkadaşlar. Geçin yok bilmem 5 N, 1 K filan gibi safsataları. Konvansiyonel gazetecilik bunlar. Gevşemek, tırsmak yok; iyi projeye ekstra primler hesabınıza yatırılıyor ha. Hadi bakayım, hadi bakayım!”