Aşiret
"Ben yıllarca Zaman gazetesini sırf İslami duyarlılığı için okumuş, sahiplenmiş ve acaba Türk milliyetçiliği mi yapıyor şüphesine yenik düşmüş, Güneydoğulu bir üniversite öğrencisiyim. Uzak düşmeme rağmen internetten açıp okuyorum.
(...) Ben Kürt olarak doğdum. Ölümle, yaşamla tehdit edildim. Köylerim yakıldı. Alıp götürülen, kendilerinden haber alınamayan bir sürü masum insanı biliyorum. Bir sürü suçsuz insan yargısız infaza kurban gitti. Ben ve benim gibiler bunlara şahit olduk. Bütün bu olanlar bizim olaylara bakışımızı mı değiştiriyor? Yoksa siz olanları birilerini müdafa etmek için ölen ya da öldürülen milletvekilinin aşirete mensup olduğundan serkeşlik yaptığına mı bağlıyorsunuz? Düşünen ve yazan biri olarak bizi anlamanız dileğiyle."
12 Şubat tarihinde aldığım e-posta mektubu aynen böyle; mektuptan sadece iltifat ifade eden iki kısa cümle çıkardım. Mektup, 12 Şubat tarihli, "Babalar ve evlatları" başlıklı yazıya cevaben gönderilmiş. Bu yazının bir yerinde şunları yazmışım: "Aşiret" başlıklı bir yazı yazmayı düşünmüştüm; geçenlerde Meclis'te hayatını kaybeden milletvekilinin aşiret reisi olduğunu öğrenince bir aşiret mensubu olmanın insanda ne gibi bir güven hissi uyandırdığı merakımı uyandırdı. Biz büyük ekseriyete mensup insanların ne aşireti var, ne meşhur bir ailesi, ne vâriyetli bir babası, ne de dar gününde imdâdına seğirtecek bir 'lobi'si..." Bu okuyucuya özel olarak bir cevap gönderdim; ama bu yazışmadan birkaç gün sonra, ucu aşiret bağlarına kadar uzanan bir cinayet işlenince bu meseleye yeniden eğilme lüzumu hissettim.
Geçen hafta yayınlanan yazıda, Cumhuriyetin imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle inşâ etmek idealinin akîm kalmasından duyduğum infiali seslendirmeye çalışmıştım; aşiret bağlarının insanları serkeşliğe sevk etmesi yolunda bir imâda bulunmak aklımdan geçmemişti. Dolayısı ile okuyucu mektubundaki alınganlıktan doğduğunu tahmin ettiğim "aşiret-serkeşlik" bağlantısı beni şaşırttı. Güneydoğu meselesinin varlığı bilinen ama çok konuşulmayan boyutlarından birisi de aşirete dayanan sosyolojik tablodur. Bundan elli-altmış sene öncesine nazaran aşiret bağlarının hayli zayıfladığı aşikâr; ama bu bağların zayıflayarak da olsa kendisini sürdürdüğü de açık. Modern toplum yapısının çekirdek ailesinden yetişen çoğunluk, şehir hayatı içinde hür iradesini geliştirme fırsatı bulabilen, geçimini tarım dışındaki sektörlerde emeği karşılığı temin eden, siyasî tercihlerinde nispeten daha bağımsız bir insan tipinden teşekkül ediyor. Bu insan tipi, bir topluluğa (sendika, dernek, parti, vakıf vb.) katılmak istediğinde tercihte bulunma ve kendi kararını alabilmek şansına sahip. Halbuki aşiret bağı, tercihle değil, doğumla, kendiliğinden kuruluyor ve ananevi aşiret kültürüyle kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Bu hâl, Cumhuriyet'in fikren, irfânen ve vicdânen hür nesiller yetiştirmek arzusunun hayli uzağında kalan bir sosyolojik tablodur ve bu tablonun Cumhuriyet idealleri istikametinde değişebilmesi için demokratik hukuk devletinin temel haklar şemsiyesi altında zulümden ve baskıdan korunmuş ve tarım dışı sektörlerle desteklenen (endüstri, hizmet, bilgi vb.) bir şehir hayatının gerekliliği açıktır. Benim episdemik anlayışıma göre "geri" sosyolojik tablo yoktur; dolayısıyla aşiret bağlarının feodal hayat tarzından doğduğunu ileri sürerek aşireti yermek ve modern hayat tarzını yüceltmek gibi bir niyetim yok; sadece bir ihtirâzî kayıt koymakla yetineceğim: Demokrasi, toplulukların değil, tek fert olarak kişinin temel haklar bilincine sahip olması ile gelişebiliyor; ancak o noktadan sonra "fert" dilediği örgütlenmeye kendi iradesi ile iştirak ederek hak geliştirme mücadelesi verebilir.
"Zalım ağa, fukara maraba" edebiyatına dayanan köy romanlarıyla Cumhuriyet, kendi ideallerini yüceltemezdi. Aşiret bağlarını, kontrolsüz şehirleşme ve yetersiz sanayileşme gayretleri zayıflattı. Herkese yetecek ekmeği yoğuramadık, eldekini de kötü bölüştürdük. Problemi tespit etmek kolay da gereğini yapmak zor. Cumhuriyetimiz iki sene sonra seksen yaşına girecek ve biz hâlâ fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür insanları hâlâ şehirlerde orta ve yüksek sınıflarının oturduğu mahallelerden memleket sathına yaymakta başarılı olamadık.
Evet, pek çoğumuz bir aşirete mensup değiliz; ama bizim gibilerin ara sıra hasret duyduğu aşiret dayanışmasını "hukuk devleti" ve herkese iş, meslek ve aş ikame edebilirdi; el'an bu nimetlerin hasreti içindeyiz.