Artık birbirimizin ‘zenci’si olmasak
Bir hafta önce açıklanan demokratikleşme paketinin en dikkat çekici maddesi bakış açısına göre değişebilir. Seçim sisteminde değişiklik, partilere hazine yardımı, anadilde eğitim gibi başlıklar hakikaten önemli muhtevalar taşıyor. Bunun yanında pakette, “Niçin daha önce düşünülmedi, niçin bekletildi, olmasa aklımıza gelmezdi” dedirtebilecek cinsten ikinci derece önemli unsurlar da mevcut.
Benim açımdan paketin en manidar başlığı, daha önce düzenlenmiş bulunan nefret suçlarına verilen cezayı ağırlaştıran düzenlemeydi.
Nefret suçu, çocukluğunu 60’lı yıllarda yaşayan kuşağa çok yabancı geliyor; neredeyse yeni bir kavram...
Bizim çocukluğumuzda Romanlara “Çingene” demek gayet tabii, gayet sıradandı. Onların bize göre ikinci, hatta üçüncü sınıflığı da öyle. Alevîlik kelimesi, hele “Kızılbaş” bir cürüm gibi muamele görür, Alevilerden bahsederken sanki bulaşıcı veya şifasız bir hastalığa dûçar imişler gibi bir imâda bulunulurdu. Arap lâfzı hem aşırı esmerliğin hem de birilerini aşağılamanın âletiydi. Yahudi, Rum ve Ermeni, sadece Yahudilere, Rumlara, Ermenilere hitap şekli olmaktan çıkarak en ağır küfür sıfatı yerine ikame olunan hitap biçimleriydi. Kürt demek, cahil, kaba-saba, yontulmamış manasına gelen bir kelime olarak, kullanılan Türkçenin içinde tabii bir yer tutmuştu. Yıllar sonra çok eskiden İstanbul havalisinde Türk kelimesine de aynı hakaret yüklemesinde bulunulduğunu öğrenince pek şaşırmıştım.
Okuldaki tarih derslerimizin ana fikri, düşmanlarımızı aşağılayarak yücelebildiğimizi telkin ediyordu masum zihinlere. Ruslar, Bulgarlar, Yunanlar, Araplar, İranlılar… Komşularımızın alayı birden düşmandı ve onların has isimlerini hakaret niyetine kullanmak farkında bile olmadığımız bir şeydi.
İnsanları -belki her zaman yüzlerine değil ama daha ayıp ve ağır olmak üzere gıyaplarında- renklerinden, inançlarından, kavimlerinden, politik kanaatlerinden ötürü ayıplardık. Fıtraten kötü olduğumuzdan değildi elbet. Tarih ve kader parantezinde kendimizi bağışlayabilmek için başkalarını aşağılamak yolunu tercih etmiştik (Kaldırım lisanında buna eziklik diyorlar). Mazeret değil ama anlamak için lazım: Büyük yenilgiler ve acıların ertesinde böyle topyekûn savruluşlara her zaman rastlanır tarihte.
Nefret suçları kavramı siyasi ve sosyal terbiyemiz için yeni bir kavram; dünyada pek eski bir geçmişi olduğu söylenemez. Ceza Kanunu’muzda bu fiil yakın zamanlarda suç kabul edilmişti. Demokratikleşme paketi ile suçun cezası ağırlaştırılarak yeni bir vurgu yapılıyor. Eğer insanlık düşüncesinde “İlerleme” diye bir kavramdan söz edilebilirse işte bu olgu bir ilerlemedir ve bu paket içine nefret suçlarının ağırlaştırılması maddesinin ilave edilmesi pek isabetli bir fikir takibidir.
Bu konuda İslâmi terbiyenin icaplarını hatırlamıyor olmamıza tek kelimeyle esef ederek belirtmeliyim ki, bizim gibi olmayan, genel ortalamaya göre yabancı unsurların ismine, inancına, rengine saygı göstermeyi öğreneceğiz; farklılığa saygı gösterdiğimizde yüceldiğimizi, onları aşağıladıkça kendimize duymamız gereken saygıyı kaybedeceğimizi de öğreneceğiz.
Nefret suçlarına çevirdiğimiz projektörü, kendi içimizdeki farklılıklar, içtihat ve kavrayış ayrılıklarına çevirmeyi de hatırlayalım ama. Başörtülülere “karafatma”, Müslümanlara “dinci yobaz”, muhafazakârlara “örümcek kafalı” demek ne kadar nefret eylemiyse laik dünya görüşünü benimseyenlere, “ayyaş”, “dinsiz” yollu imâlarda bulunmak da aynı cinsten. Komşulukta, sosyal münasebette, siyaset sahnesinde, arkadaşlıkta da yeni bir muaşerete, yeni bir görgü tazelemesine ihtiyacımız var.
Biraz düşünüp etrafımıza baktığımızda, kelimelerimizi yeniden gözden geçirdiğimizde birbirimize ne kadar hor ve şefkatsiz nazarla baktığımızı fark edeceğiz. Şefkat düşkünlüğünün ve anlayışsızlığın kanunen cezası yok fakat insani yaptırımı çok ağır!
Birbirimizin ‘zenci’si olmayalım.