Arslanlı yolun filozofu!

Bir spor yazarı, Gençlik Haftası münasebetiyle Spor Bakanı'yla birlikte Anıtkabir ziyaretinde bulunmuş... Arslanlı yolun çim zeminine geniş aralıklarla döşenen taş kaplama satıhta yürürken hemen herkesin tökezlememek için başını yere eğmek zorunda kaldığını fark etmiş.

"Evvela, Mustafa Kemal gibi bir atası olan gururlu bir milletin neden başı aşağıda olsun, kafaları dik durmasın diye tepkilendim" diye yazıyor; güzel bir dikkat eseri; ama yazarımız fikri mücahedesinde bir noktaya takılıp kalmıyor, meseleye farklı açılardan da yaklaşıyor. Birkaç adım daha attıktan sonra öyle parkta gezer gibi, ağaçlara, kuşlara, çiçeklere bakarak bir büyük insanın kabrine girmenin doğru olmadığını, bu durumun "manevi huzuru" zedelediğini anlamış. "Başım yerde arslanlı yolun sonuna geldiğimde." diyor, "acaba bu taşlar sık döşenmiş olsaydı, kafalar havada yürümek hakkımız mıydı?" sorusu geliyor aklına. Ardından kesif bir nefis muhasebesi; adeta milletin vicdanı konuşuyor: "Atatürk'ün bize emanet bıraktığı bu vatana istediğimiz gibi sahip çıkabilmiş miydik? Bölücü hainleri topraklarımızda barındırmamak, ona küfreden yobazların sesini soluğunu kesmek, ilkelerinden sapan fırsatçılara geçit verdirmemek gibi üzerimize düşen sorumluluklarımızı, şayet yerine getirmiş isek, kafalarımız elbet elbette dik durmaya hak kazanacak, aksi halde; Atatürk'ün, arslanlı yolunda utancımızdan yüzümüz yerden kalkmayacaktır." Bu alıntıdaki cümle ve ifade bozuklukları yazarına aittir; sadece iki belirgin dizgi yanlışını düzeltmekle yetindim ve neticede şu kanaate vardım: Yazar, arslanlı yolda yürürken başını yerden kaldırmamakta haklıdır; çünkü tahriri ve imlası, başını gururla dikmesine kifayet etmemektedir.

"Bizde fikir adamı yetişmiyor; felsefi geleneğimiz yok" diye kahırlananları kınıyorum; buyurunuz fikir adamı, alınız demet demet felsefe!

Ekonomiden ve dolayısıyla "siyaset"ten sorumlu devlet bakanımız, "IMF'nin verdiği para, ülke ölçeğinde verilmiş en büyük paradır, kıymetini bilelim ve bu fırsatı iyi kullanalım." diyor; bu sözlerden ötürü yüzümüzü utançla yere eğmek gereği hissetmiyoruz. Piyasalarda bir bahar havası!

Bugün Gençlik ve Spor Bayramı; gençliğin fotoğrafını çekmeye mecalimiz var mı? Kaç yıldır spor bayramı kutlarız; bu kadar spor bayramı kutlanan bir ülkede sportmenlik ruhunun, centilmenlik ahlâkının bir yerden bir yere gelmiş olması gerekirdi, ne gezer? Futbol maçları, galibiyet sevinci ve mağlubiyet çöküntüsü yüzünden kendinden geçmiş fanatik kitlelerin mâbedi haline getirildi. "Bilmem ne stadyumu bizim mâbedimiz" diyor bir futbol takımı yöneticisi. Teşbih yok, bire bir tarif var bu sözlerde, bir nevi itiraf. Bugün, geometrik nizamda sahaya dizilmiş ülke gençliğinin sert komutlarla yaptığı toplu kültür-fizik hareketlerini seyrederken bakalım şu bizim arslanlı yolun filozofu ne gibi derin mânâlar istihrac edecektir? Boşaltılmış tribünlerde binlerce görevli gence, ellerindeki renkli karton parçalarıyla tribün çapında resimler çizdirip, vecizeler yazdıran totaliter ve otoriter mantığı eleştirmek bakalım aklının ucundan geçecek midir? "Hak yok vazife var" mantığını dikte etmek için ülke gençliğinin eline renkli karton parçaları tutuşturup uzaktan kumanda ile resim çizdirmekten daha isabetli bir irade terbiyesi düşünülebilir mi? Bazıları hatırlamayabilir; bizim hikmet-i hükümetimiz renkli kartonlarla tribün çapında resim ve yazı kompoze etmek fikrini, Demirperde gümbürdemezden evvel Bulgaristan'dan ithal etmiş ve akabinde kemâl-i zevk ve huşu ile seyretmişlerdi.

Bütün söyledikleri ve yazdıkları kaybolsa bile, Atatürk fikrini şu tek cümle ihyâ etmeye kâfidir: "Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir". Şimdi bu şâheser cümlenin teşkil ettiği fikri ve felsefî istikamette, Cumhuriyet'in 78. senesinde geldiğimiz noktaya şöyle bir nazar buyurunuz: Halkına daha fazla hürriyet bahşetmekten ürken ve istiklâl haklarının bir kısmını AB'ne ciro etmeye hazırlanan bir devlet; otoriter ve totaliter hışım gösterilerinden alınganlık duymayan bir toplum!

Ey Türk gençliği, sana çok yazık oluyor.


Kaynak (Arşiv)