Arslan Olan, Düştüğü Yerden Kalkar
"Arslan" olan, düştüğü yerden kalkar. "Galatasaray, çöküşten nasıl kurtulmak gerektiğini göstermesi bakımından Türk sporunda yeni bir emsâl teşkil etme göreviyle başbaşa; bu emsâle sadece sporda değil, bütün sektörlerde ihtiyacımız var" Günün birinde "Galatasaray nasıl kurtulur?" mealinde şeyler yazılıp çizileceğini rüyada görsem hayra yormazdım. Almasını bilenlere bu hazin durumdan çıkarılacak nice ibretler var; ne demiş atalarımız; "Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli". "Aman ince yanı" derken... Kaderin cilvesi" denilen şey olsa olsa budur işte; Galatasaray"da kağnının iği, en kalın yerinden kırıldı; "aman ince yanı, dayan ince yanı" diyenler yanıldı. .
Takımın amblemini ve renklerini bir dünya markası haline getiren başarının ardında gösterilen adam, aynı markayı, Uzakdoğulu firmaların pek rağbet ettiği sıradan bir taklit (imitation) ürün haline getirdiGalatasaray, bu senenin bütün hedeflerini kaybettiği gibi, gelecek yılda da sıradan bir lig takımının programına mahkûm kaldı. Artık Fenerbahçelilerle, "dünyanın en kısa kitabı Fener"in Avrupa kupalarındaki başarılarının tarihini anlatan kitaptır" dalgası bile geçemeyeceğiz. Şimdi sabır zamanı!
"Mağlubiyet kültürü"
Bu dramatik düşüş hikâyesi, bana Türkiye"de henüz bir "mağlubiyet kültürü"nün oluşmadığını gösteriyor. Sadece başarıya tapan kariyeristler için "mağlubiyet kültürü" kavramı küfür gibi bir şey olsa gerektir. Tam aksine, sporun ruhu zaferlerle mağrur olmak değil, mağlubiyetlerde bile dik durmaktır bana göre. Galibiyetlere herkes sevinir, mağlubiyetlerden pozitif enerji üretmek ise gerçek sportmenlerin işidir. "Haydi haydi, GS dibe vurduğu için lâfı kalabalığa getirip felsefe yapıyorsun" diyenler çıkabilir; bence haksızlar, çünkü düşününüz ki Galatasaray bile mağlupluk psikolojisinden yeni üretkenliklere dümen kırmayı beceremiyor. Gerisi hesap edilebilir.
Hatırlanacak mıdır bilmem, UEFA Şampiyonluğunu kazandığında hepimizi gururlandıran şey, her yıl bir başka takıma verilen seri kupalardan birini, bir seneliğine olsun sahiplenmekten ibaret değildi; herkes GS"nin artık her yıl başa oynayabilecek derecede çıtayı yükselttiğini, kulüp yapısını asri ve rasyonel hale getirdiğini zannediyordu. Batılılarla en azından sportif alanda korakor, yani eşit seviyede mücadele ve rekabet edebilmenin hazzıydı bu. Hayal kırıklığı bu yüzden derindir ve GS"nin birdenbire -sözün gelişi- aslında Adanaspor"dan, Altay"dan farklı bir yapılanma sergilemediği hayretle farkedilmiştir. Bu kulüp, hesabını-kitabını bilmeyen, gerçek borcundan bîhaber, günübirlik yaşayan, geleceğe dair realist tasavvurlar oluşturmak konusunda beceriksiz bir görüntü vermektedir. İşte bu perişanlık tablosudur ki, kısa vadede işlerin düzelebileceğine dair kimseyi ümitvar olmaya sevketmiyor, sevkedemiyor. Acı ama söylemeliyim; Galatasaray"ı artık ben bile kurtaramam!
"Ben bile kurtaramam!..
Genç okuyucular bilmez; 50"li yıllarda İsmet İnönü, Demokrat Parti"yi sert muhalefet taktikleriyle yıpratırken sarfetmişti bu sözü: "Sizi ben bile kurtaramam!". Ve bu söz, DP açısından sonun başlangıcı kabul edilmişti. İşin şakası bir yana, kralın aslında çıplak olduğu farkedildiğinden beridir, Türkiye"nin Batı"ya açılan penceresi diye tarif edilen bu kulübün eski ve yeni yöneticileri arasında kimse, kısa zamanda işlerin düzelebileceğine dair iyimser tahminler yapamıyor, zira çöküş sadece sportif değil, bütün müesseseyi kaplayan bir hezimet şeklinde tecelli etti. Kolayından para kazanan biri çıkıp takımın bütün borçlarını kapattığı gibi kasaya bir o kadar para koysa bile, dört sene önceki dinamizmi ve iyimserliği yeniden yakalamanın en az dört-beş sene gerektireceğini herkes farkediyor. Mesele para meselesi değildir; mesele stadyum, teknik direktör, yeni futbolcular meselesi de değildir; mesele, bir kurum olarak Galatasaray"ın dibe vurması, üzerindeki Avrupai jelatinin yırtılarak altından sıradan ve alaturka bir kurumun olanca hantallığı ile görünmesinin yarattığı bozgun psikolojisidir.
Bir devin düşüşü: Fatih Terim
Bu hakikat veri kabul edilirse bozgunun faturasını sadece Fatih Terim"e çıkarmanın haksızlığı da ayan-beyan görünür. Terim"in bozgunu Galatasaray'la doğrudan ilintili değildir; şahsına dairdir. Büyük oranda basının, daha az nisbette kendi vehimlerinin inşa ettiği "güçlü, karizmatik adam, hatta imparator" imajının yarattığı büyük sıkletin, Fatih Terim"in omuzlarını çökertmesidir hadise. Fatih Terim, sportif başarısızlıklarından dolayı değil, kendi ismi etrafında köpürtülen efsaneye insani tepkiler göstererek direnemediği için suçlu sayılmalıdır. Meşhur meseldir; "Şeyh uçmaz, onu müridleri uçurur". Müridlerinin abartılı övgülerini, gergin ve halinden memnun bir vücut diliyle kabullenen Terim, müstakbel başarısızlığını kendi elleriyle hazırlandığının farkına asla varamadı. Ne kendisiyle, ne başkalarıyla barışık olduğunu gösterir davranışlar sergilemeyi kendince zaaf saydı. Bilerek veya bilmeyerek "Zirvelerin yalnızlığı tabiatlarının icabıdır" felsefesini benimsedi ve basına akseden "talebelerine baba gibi davranın hoca" görüntüsüne rağmen, yönettiği insanlarla arasına buzdan dağlar ve uçurumlar koydu. Onun hikâyesi bana "Bir devin düşüşü" isimli romanı hatırlatıyor.
Yiğit düştüğü yerden doğrulur
Evet, Galatasaray"ı bugün ben bile kurtaramam ama nasıl kurtulabileceğini herkes gibi ben de tahmin edebilirim: Evvela yıllara yayılmış mâkul, gerçekçi bir plan dahilinde borçlar tasfiye edilmeli, kulüp yeniden yapılanmalı, bu esnada "biz şampiyon olmaya alışkınız; taraftarımız başka her neticeyi başarısızlık sayar" türünden saçma düşüncelere aldırış edilmeksizin rasyonel düşünce alışkanlığı kazanmış (yani lâfla, kravat ve kostümle değil, hakikaten batılı zihniyetle iş görebilecek) yöneticilerden müteşekkil bir yönetime kulüp teslim edilmelidir. Bu çöküntü psikolojisinin GS"ye ve dolayısıyla Türk sporuna kazandırması gereken gerçek kazanç ise, futbolcudan, yöneticiden, teknik adamdan karizmatik özellikler beklemek yerine uzun vadeye yönelik doğruları günü gününe yerine getiren, sabırlı, disiplinli, tevazu sahibi insanları bir araya getirerek sebatla direnmek olacaktır. Böyle bir örneğe sadece sporda değil, bütün sektörlerde ve alanlarda ihtiyacımız var.
Sıradan bir taraftar olarak biçilecek sürenin sonuna kadar asla parlak başarıların beklentisi içinde olmayacağıma söz verebilirim, zira sporun nihai gayesi başarı değildir; spor insan ruhunun ve bedeninin eğitilmesi ve bu yolla hayatın diğer fakültelerinde sinerji patlamalarına yol açabilmesidir. Bu süre zarfında "acıların takımı"nı destekleyen bir taraftar olmaya da razıyım; yeter ki yeni alaturka kurnazlıklar, başka karizmatik köpüklendirmeler ve "yenersek işler düzelir" mantığıyla acul başarılar peşinde koşan bir zihniyet yeniden egemen olmasın.
İşin öğünme faslını kasden sona bıraktım: Böyle bir zihniyet ve kurumlaşma inkılâbını Türkiye"de ancak Galatasaray başarabilir!