Arş yiğitler, vatan imdadına!
Guinness dünya rekorları kavramını duydunuz mutlaka; ki bu marka, ipe sapa gelmez şeylerin istatistiğini yapma fikri ile tanınmıştır. "Guinness kimdir, necidir?" diye merak ettim, araştırdım.
Hadise 1951'de bir av partisinde başlıyor. Güney Afrika doğumlu İngilizlerden Sir Hugh Beaver, av esnasında arkadaşıyla tartışmaya tutuşuyor: "Avrupa'nın en hızlı kuşu hangisidir; altın yağmur kuşu mu, yoksa orman tavuğu mu?" Akıllarına hemen bir kitaba bakmak geliyor fakat o esnada farkediyorlar ki böyle lüzumsuz bilgileri bir araya getiren bir kitap henüz yoktur! Ding dongg! Ampuller yanıp sönmeye başlıyor ve Guinness bira fabrikası yöneticisi Sir Beaver, 1955 yılında ilk Guinness rekorlar kitabını yayınlıyor; tam 56 seneden beri bu "başucu" kitabı, 100'den fazla ülkede, 37 farklı dilde yayınlanıp peynir-ekmek gibi satılmaktadır ve kendisi de bizatihi bir dünya rekoru konusudur: Dünyanın en çok satan telifli kitabı!
Bize ne yahu, diyemiyoruz, vakıa biz Türkler lüzumsuz işlerle uğraşmayız (Öhö öhö!) fakat kitap sekiz-on senedir ülkemizde de Türkçe baskısıyla satılmakta ve pek çok Türk vatandaşı, işi gücü bırakıp bu kitabın yeni baskısında adını yazdırmak için vücudunu zorlayıp sağlığını, kesesini, vaktini feda ederek arslanlar gibi gayret göstermektedir.
Onlara hepimiz minnettarız; sağolsunlar, başarılarıyla göğsümüz kabarıyor, tüylerimiz diken diken oluyor...
İstatistik bir Amerikan icadıdır ama kola türü içecekler gibi dünyaya yayıldı ve galiba sevildi. Ne zaman bu kelimeyi duysam Bernard Shaw'ın vecizesini hatırlarım: "Üç türlü yalan vardır" demiş üstad, "Yalan, kuyruklu yalan ve istatistik!"
Ben onun yalancısıyım ama...
Neyse, geçenlerde gazetelerimizin internet sayfalarında okuyucu dikkati çekmek için olmadık hokkabazlıklar sergiledikleri manşetlere göz gezdiriyorum. Baktım, "İçki tüketiminde dünyadaki yerimiz neresi" diye kışkırtıcı bir başlık. Haydi, bakalım, gel de tıklama! Meraktan çatlarım. Hemen tıkladım tabii, sanıyorum ki açılan ilk sayfada hemen aradığım bilgiyi görebileceğim; Ne gezer? Evvela kısa, soğuk ve teknik bir açıklama sayfası, diyor ki: "Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Sağlık Verileri 2010, Eurostat İstatistik Veritabanı ve Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, Avrupa'da 30 ülkenin alkol tüketimleri belli oldu. İşte ülke ülke kişi başına düşen alkol tüketim miktarı..."
İşte diyor ama işin yoksa tıkla babam tıkla... Galiba reklam verenler, internet gezginlerinin sitede kalma süresini ölçü alıyorlarmış; süreyi uzatmak için sayfa sekreterleri bir sürü saçmalık, o olmadı nim-üryan hatun resimleri koyarak süreyi uzatmaya çalışıyorlar. Bu da onlardan biri. Bir kelimelik bilgi için fotoğrafların üstünü tıklayacağız ki, içki tüketiminde Türkiye'nin yerini öğrenip merakımızı giderelim...
İlk tık: Dünya şampiyonu ülke: 15 buçuk litre ile Lüksemburg. Şunlara bak sen, bacak kadar cirmleriyle her gece şişenin dibinde sabahlıyorlar demek? Yalnız anlayamadığım bir husus var. 15,5 litre günlük tüketim midir, yoksa aylık veya haftalık mı yazmamışlar. Ben hüsn-i zan gösterip bu rakamın yıllık olduğunu varsayarak bu anlamlı istatistiğe devam ediyorum:
Litvanya 12,5 litreyle ikinci, üçüncü Avusturya 12,5 litre; sonrakiler şöyle sıralanıyor: İrlanda 12,4, Çek Cumhuriyeti 12,1, İspanya 11,7, Portekiz 11,4, Slovenya 10,9, Danimarka 10,9, Bulgaristan 10,9, İngiltere 10,8, Polonya 10,8, Belçika 10,7, Finlandiya 10,3, İsviçre 10,2, Letonya 10,2, Almanya 9,9, Romanya 9,7 litre...
"Çatlatma insanı yahu, Türkiye kaçıncı onu söyle" diyorsunuz ama. Biraz sabır lütfen, daha arada AB ortalaması rakamı var: AB üyesi ülkelerde kişi başına yılda 10,8 litre içki tüketiliyormuş.
Ve nihayet lütfen sâkin olunuz, Türkiye rakamını açıklıyorum:
1,4 litre; inanabiliyor musunuz koskocaman bir ülke olarak sadece 1 nokta 4 litre.
Nasıl yıkıldım, nasıl üzüldüm, anlatamam! Hani bu haberi, sonuna kadar sabır gösterip okuyan hamiyetperver her vatandaşın aklına gelen ilk şey, uluslararası platformlarda yüzümüzü karartan o hazin ve geri istatistikî tablonun rakamlarını biraz daha yukarıya çıkarmak için üzerine düşen vatanî vazifeyi yerine getirmek üzere bir koşu tekel bayiine seğirtip kucak dolusu alkollü içki alarak mesaiye başlamak olurdu herhalde.
Dalga geçmiyorum sevgili okuyucular... Biz ki muasır medeniyetler seviyesini yakalamak için tâ, alafranga padişahımız II. Mahmud'dan bu yana azm ü cezm i kasd ile didinip çabalayan, o olmayınca işi cumhuriyete vurup bilcümle kuvvelerimizi asrîlik hedefine kilitleyen asîl bir milletin evlatlarıyız; velev ki içki tüketiminde olsun, Avrupa ülkeleri arasında taa 30. sıraya düşmek gayret-i milliyemize dokunuyor, kaldıramıyoruz. Yahu efendiler, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyiniz; şu pabuç kadar Avrupa'da topu topu kaç ülke var ki biz onlar arasında 30. olabiliyoruz? Revâ mıdır, hak mıdır? Netekim şu son Örovizyon şarkı yarışmasında finale kalamayışımızın necib milletimizi nasıl bir utanç ve ye'se sevkettiğini hatırladıkça hacâletten yüzüm kızarıyor.
Ha, diyeceksiniz ki, "İlahi Ahmet Bey, bu defa baltayı taşa vurdun; biz içmiyoruz ki ayol; içki günah, vesaire!"
Size "içki için" diyen mi var ey azizler; yine içmeyiniz! Formül basit. İçkiyi alacak, sonra da lavaboya dökeceksiniz. Maksat istatistikî ortalamamız yükselsin; yükselsin ki muasır, asrî, o da olmazsa çağdaş milletler ailesindeki mümtaz mevkiimizi alabilelim.
Arş yiğitler, vatan imdadına! Uzun yollar küçük bir adımla, alkol tüketimine katkı, minik bir kadehle başlar.
Lavaboya ama karıştırmayalım lütfen!