Arda'ya ikinci ve son mektup

Sevgili Arda, önceki gün akşam, eline tutuşturulmuş kâğıttan -belli ki, senin geleceğini ve kariyerini senden çok düşünen uzak görüşlü büyüklerinin kaleme almış olduğunu tahmin ettiğim- "Beni bu işlere karıştırmayın" mesajını okurken, acı acı gülümsedim.

"Sen futbolcusun aslanım; neyine gerek gümüşlü zurna?" diye bir güzel azarlamış olmalılar seni. Anlayışla karşılıyorum, kınamıyorum, istihzâ etmiyorum. Samimi düşüncelerini açıkladın; doğru ve insânî şeyler söyledin. Belki maç yorgunluğu ile kelimeleri bir araya getirirken maksadını aşmış şeyler de vardı ama niyetin güzeldi, hâlisti, art niyet taşımıyordu ama artık öğrenmiş olmalısın; Türkiye'de fikir sahibi olmanın bir bedeli vardır ve sen bu bedelin nereye kadar uzanabileceğini kısa zamanda hissederek âcil bir açıklamayla işin önünü çeviriverdin. Artık sadece önündeki maçlara bakacaksın futbolcu tâbiriyle! İyi olur, öyle yap.

...

Ne var ki, söylediklerini basında ciddiye alan ve destekleyen az sayıdaki kalemden biri olarak ben, "Söylediklerim çarpıtıldı, yanlış anlaşıldım" demek hakkına sahip değilim. Benim bütün işim yazdıklarımı, söylediklerimi tartmak, sorumluluklarımı gözden geçirmek, zihnimden geçenlerle yazdıklarım arasında sadâkat temin etmeye çalışmak; dolayısıyla "Yazdıklarım yanlış anlaşıldı; çarpıtıldı" mâzeretine sığınmam; yanlış anlaşılan yazı, başarısız yazıdır çünkü.

Ne yazdıysam arkasındayım; her cümlemin hesabını veririm, bedeli de neyse öderim.

O arada çok müessif bir şey oldu ama; yazıyı pazar öğle saatlerinde kaleme almıştım; gece 22 sularında Tunceli'de halı sahada top oynayan polislere saldırı haberi geldi. İçim cız etti. Okuyucunun bu nâmert pusu ile "Analar ağlamasın, gençler ölmesin; onlar da candır" meâlindeki iyi -ve doğru niyet- mesajını yanyana koyup algılayacaklarını düşündüm. Nitekim öyle oldu, "Sana yakışmadı, PKK'lı cânilerle Mehmetlerimizi bir safa koydun"la başlayıp, "Allah belanı versin"e kadar uzanan hayli okuyucu tepkisi ile karşılaştım.

Ne ilginç, üç buçuk ay önce, BDP genel başkan adayı ve eski DTP milletvekili Mahmut Alınak da aynı kargışı savurmaktan çekinmemişti; aynı ibâreyi şimdi, muhtemelen tam aksi cenahtaki biri tekrarladı mektup yoluyla, diyor ki: "Demek Arda'yı gözlerinden öpüyorsunuz. Helal olsun, sizde bu 'insan sevgisi' oldukça emin olun, bu ülkede terör de bitmez, silah da susmaz. Dağdakiler de sizin evlâdınızsa sizin de Allah belânızı versin, yazıklar olsun..."

Bu da bir bedel işte: Ayniyle cevap verseniz, adınız "Ağzıbozuk yazar"a çıkar, ayrıca "Herife lânet okudum, okumuş canı sıkılmış" diye zevklenmesi de cabadandır. Ne diyeyim, bana düşen; bana belâ okuyan iki zıt kanattaki karakterin aynı siperde yanyana buluşmasına gülümsemekten ibaret; değmez, eksik olsun!

Bu arada üzüntülerini, eleştirilerini seviyeli bir edâ ile ifade eden çok sayıdaki okuyucuma teşekkür ederim, haklarıdır; onlar benim gibi düşünmek zorunda olmadıkları gibi ben de nabza göre şerbet verip sempati ödülü almak hesabında değilim. Eksik olmasınlar, eleştirilerini okudum ve nokta-i nazarımı değiştirmiş değilim. Eminim ki, ekranlara saat başı kalleş pusu haberleri düşmediği daha sâkin bir zamanda böyle sert tepki göstermez, kanı suyla yıkamanın daha doğru olduğunu teslim ederlerdi.

Tunceli'nin göbeğinde top oynayan polislere pusu kurup kalleşçe can almanın, sıradan terör eyleminden farklı bir boyutu var. İlgili ilgisiz her vesilede Meclis TV'de gösteri yapan o meşhur Tunceli vekilinin ve diğer mevkii arkadaşının şu dakikaya kadar kaatillere yönelik bir tepkisini duymadık, mânidar değil midir? Öte yandan Somali yerine Kenya'ya başarılı bir sefer yapan CHP Lideri'nin özel uçağına muhabir koyup sanata dair röportaj yaptıran bir kısım basın kuruluşunun, "Kemal Bey, Tunceli sizin memleketiniz değil mi; neler oluyor oralarda, siz daha iyi bilirsiniz, anlatsanız da öğrensek?" diye soru sormaması da bir tuhaftır.


Kaynak (Arşiv)