'Aquae Pauci' değil, bir kazan dolusu...

İki haberi yan yana koyunca mânâsı daha netleşiyor sanki: İlki, Diyarbakır eski Belediye Başkanı Mehdi Zana'nın Tempo dergisine verdiği mülakatta sarfettiği şu cümle: "Kürtler, İslamiyet'i kabul ettiklerinde kaybettiler!"

İkincisi Abant Platformu'nda Aleviliğin İslam'ı bir kimlik olarak benimsediği ve belirleyici öğenin İslam olduğunu öne süren görüşe karşı çıkan Ali Yıldırım'ın tepkisi: "Bu İznik Konsülü mü? Bir sivil toplum kuruluşu Aleviliği nasıl tanımlar ve 'Alevilik şudur' diye karar alır? Bu kendi iç sorunumuz." Ali Yıldırım'ın "Alevilik İslâm'la izah edilmez, farklı bir inançtır" görüşünü öteden beri savunduğunu sonradan öğreniyoruz.

Mantığı tersten işleterek yürüyelim: İslâm bir şeyleri, başka bir şeylere entegre etmiş, yakınlaştırmış, kaynaştırmış. Her iki itirazın ana fikri bu kaynaşmanın hiç de iyi sonuçlar vermediği istikametinde; onlar, asıl kimliğin ayrışarak netleşeceğini savunuyorlar: Kürtlük İslâm'dan izole edilmeli, Alevilik İslâm'dan ayrıştırılmalı! İddia sahipleri bu kaynaşma işleminde Kürtlük ve Aleviliğin ayrı ayrı zarar gördüğünü düşünüyorlar.

Şöyle bir düşündüm de, hayli mesafe almışız; vaktiyle böyle köşeli şeyler söyleyenler soluğu savcılıkta alır, mahkeme-hapishane arasında sürünürdü. Şimdi sadece tartışılıyor ve elbette ki doğrusu budur. Nitekim Mehdi Zana'nın sözleri, Kürtler arasında manidar bir tepki ile karşılanmış ve bunun üzerine Zana, yanlış anlaşıldığını ileri sürerek, Kürtlerin İslamiyet'i seçtikleri tarihten itibaren geri gittiklerini, Kürtlerin geri kalmışlık sebebinin İslamiyet olmadığını belirtmek ihtiyacı hissetmiş. Bana göre "özrü kabahatinden büyük" bir düzeltme ama tepkilerden etkilendiği de açık. Kezâ Ankara Hüseyin Gazi Derneği Yönetim Kurulu üyesi Ali Yıldırım'ın "Ali'siz Alevilik" anlayışına çıkan sözleri de en ziyade Alevilerin itirazını celbetmiş durumda.

İslâm'la ilintiyi reddetmek, kısa yoldan İseviliğe geçiş mânâsına gelmez elbette. Her iki fikrin savunucusu da şüphesiz, vaktiyle İslâmla kaynaşmış olmanın, Hıristiyanlıktan uzaklaşıldığı anlamında yorumlanması gerektiğini savunmazlar; onlar zannımca İslâm'la ilgiyi kesmenin seküler (lâ dini) bir hareket noktasından işe başlamak olduğunu ileri süreceklerdir; bu benim iyimser tahminim; İslâm düşmanlığı değil de, bir nevi "tabula rasa", yani beyaz ve mâsum bir sayfayla başlamış olmak temennîsi! Bu yorumu lüzumundan fazla iyi niyetli bulanlara itirazım olmadığını da ayrıca belirtmek isterim.

Vaktiyle Papa II. Pius'un, çağdaşı Fatih II. Mehmed'e, hazır İstanbul'u fethetmişken vaftiz olarak Hıristiyanlığı kabulü için bir mektup yolladığı rivayet ediliyor. (Mektubun taslağı Vatikan'da bulunmuş ama gönderilip gönderilmediği te'yid edilmiyor.) Rivayete göre Papa, II. Mehmed'e hitaben din değiştirmesi için şu ilginç ifadeyle telmihte bulunmuş: "Aquae pauci", yani "birazcık su". (Bu ayrıntıyı İlber Ortaylı'nın Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek adlı eserinden öğrendim.)

Yoksa satırların arasında imâ edilen, şu "birazcık su" meselesi midir, zannetmem! Hâlâ iyi niyetimi (ki çoğu kere safderunluk ile aynı mânâda okunur) korumak istiyorum.

Bu yorumlar radikal, hatta sivri temennîlerden ibaret kalacaktır; fakat açığa vurulmuş olmaları, gizli-saklı kalmalarından evlâdır; en azından haberdar oluyoruz.

Netice itibariyle bütün unsurları, nüansları ve zenginlikleriyle bizi tarif eden şey, "aquae pauci", yani birazcık su değil, haylice, yani en azından bir kazan dolusu sudur; hîn-i hâcette bu miktarın yarısı ile de iktifa edilir ama daha azı ile değil. Arz üzerindeki yerimizi, misyonumuzu, vasıflarımızı tek kelime ile bu miktar belirliyor. Tarihi verilerin teyid ettiği hakikat budur; temennîlerle kendilerine yeni bir kimlik inşâ etmek isteyenleri ise ayıplamayız, sadece tuttukları yolun müşkül, sıkıntılı ve ebter bir netice vaadettiğini söylemekle yetiniriz.


Kaynak (Arşiv)