Apo, devlet ve ilim
Apo'nun miadı galiba, o meşhur video görüntüleri TRT'de ilk defa yayınlandığında dolmuştu.
Görüntüler "iflâh etmez" cinsindendi, hatırlayacaksınız: Muhtemelen sarhoş veya herhangi bir keyif verici maddenin verdiği esriklik halinde Apo, oturduğu yerde, ayakta "hazırol"da duran dişi militanlarına "aşk" hakkında ahkâm kesiyordu. Söyledikleri, mizah edebiyatının şâheserleri arasında yer almayı hak edecek derecede zekâ ürünü olmasa bile komikti. Aşktan yorgun olduğunu ileri sürüyor ve militanlarına bir nevi "aşk poetikası" üzerine teorik vecizeler sunuyordu. Ne var ki bu esnada sözlerinin "ciddiyeti"ne hiç yaraşmayacak elkol hareketlerinde bulunarak göbek nahiyesinde yukarı doğru sıyırdığı kazağının altında sık sık karnını kaşıyor ve âdetâ terör yoluyla kazandığı vahşi şöhretini bozuk para gibi harcıyordu.
Hemen o anda, "bu kaset TRT'nin eline nasıl geçmiş olabilir?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Görüntüler gizli kamera eseri olmayacak derecede alenî açılardan çekilmişti. Belli ki bir örgüt görevlisi, ilerde örgüt arşivine koymak veya "hizmet içi eğitim" çalışmalarında istifade etmek üzere "belgesel" görüntüler derlemek maksadıyla hadiseyi kaydediyordu. Bu "karizma kırıcı" görüntülerin hangi amaçla çekildiği, çekildikten sonra hangi kanalla TRT'ye kadar ulaşabildiğini bilmiyorum ama bildiğim bir şey var: O görüntüler Apo'nun kayıtsızşartsız destekçilerini bile liderleri hakkında bir kere daha düşünmeye davet edecek kadar açık mesajlar taşıyor ve "sonun başlangıcı"nı imâ ediyordu.
Apo'nun sevenleri ve destekleyicileri tarafından bir "millî mücadele" kahramanı olarak görüldüğünü veya öyle takdim edilmeye çalışıldığını hep hissettik ama gerek mücadele usulleri, gerek entellektüel kabiliyetleri ve birikimi açısından Apo'nun "liderlik" vasıfları, tarafsızları bile etkileyecek ve onlarda saygı uyandıracak bir kalibreye hiç yaklaşmadı. Apo, nereden bakılırsa bakılsın soğuk savaş döneminin sert ideolojik retoriğinden vazgeçmeyen, daha başından itibaren dış güçlerin ve yabancı istihbarat servislerinin istismarına açık olduğu âşikâr, orta zekâ seviyesinde bir gerilla önderi intibaını verdi ve hep öyle kaldı; şaşırtıcı olan temsil ettiği örgütün, Türkiye gibi bir bölge gücünü askerî, siyasî ve iktisâdî bakımdan en azından onbeş yıl boyunca bloke edebilmesiydi; bu şüphesiz örgüt açısından büyük başarıydı ama bu başarıyı Apo'nun önderlik kabiliyetlerine hamletmek doğrusu hiç güvenilir bir akıl yürütme olarak görünmüyor. Örgütünün kanlı eylemleriyle siyasi talepleri daima birbiriyle çelişti durdu. Dışardan bakıldığında MarksistLeninist çizgide siyâset yapıyor görüntüsü vermesine rağmen ırkçı izlenimi veren eylemlerde bulundu; buna rağmen soydaşlarına tarih boyunca yöneltilmiş en ağır hakaretlerin yine Apo'nun ağzından döküldüğüne de şahit olduk. Bu çelişkiler, onun gerçekte liderlik vasıflarına sahip olmadığı halde bir imaj mühendisliği gayretiyle sanki kusursuz bir lider imiş gibi takdim edildiğini düşündürüyor.
Apo, 70'li yıllarda çok etkili olan MarksistLeninist siyaset geleneğinin başarılı bir temsilcisi de sayılamaz; aksini iddia etmek Türkiye'deki MarksistLeninist çizginin entellektüel birikimine karşı haksızlık olur. Doğrusu Apo'ya karşı olanca soğukkanlılığını koruyarak ilmî ve tarafsız hükümlerde bulunabilecek bir gözlemci olduğumu ileri sürmüyorum. Apo'nun temsil ettiği hareket, 75 yıllık Cumhuriyetimizin karşılaştığı en ağır iç ve dış tehdidi oluşturdu. Hükümet yetkilileri bu ilan edilmemiş savaşın "otuz bin şehid"e mal olduğunu söylediler; işin maddi bilançosu ise en azından 80 milyar doları aşmış durumda. Böyle ağır bir zayiatın görünürdeki müsebbini önyargısız değerlendirmek mümkün değil. Buna rağmen mümkün olduğunca insaftan ayrılmamaya çalışarak kendime şu soruyu yöneltiyorum: Bu adamda hangi liderlik vasıfları vardı ki, onbeş yıl boyunca Türkiye'yi çok ciddi surette tehdit edebilecek, demokratikleşmesini ve kalkınmasını engelleyebilecek bir performans gösterebildi? Bu adam uğruna canlı bomba türünden intihar eylemlerine girişenler, kendilerini yakmaya, açlık grevlerine girmeye kalkışanlar veya yıllar boyunca kuru ekmek kemirerek yalçın dağ kuytuluklarında askere silah çekip genç yaşta ölümü göze alanlar bu adamda ne buluyorlar ve ona baktıklarında ne görüyorlardı? Bu suale anlaşılır bir cevap bulabilmem çok zor; kıyıcılığı, kabalığı ve birikimsizliği ile Apo milyonlarca insanda sempati uyandırabilecek hiçbir vasfa sahip değilken, İtalyan Cezaevinde bulunduğu şu anda bile nasıl oluyor da hâlâ Ortadoğu'nun önemli şahsiyetlerinden birisi olmak rolünü sürdürebiliyor?
Suallerim muallâkta duruyor çünkü ben bugüne kadar devletin, üniversitelerimizin veya sivil kuruluşların güneydoğu raporları arasında bu hususu derinliğine tahlil eden bir etüde raslamadım. Üniversitelerimizde onca sosyoloji ve antropoloji kürsüsü mevcut ama her "alan araştırması" için vilayetten, ilgili bakanlıktan izin almak gibi mevzuat engellemelerinden kurtulup da ne zaman bu gibi hayati suallere eğileceklerini bilmiyorum. Türkiye'de sosyoloji etüdlerinin genel anlamda olup biteni geriden takib etmek veya bilineni tekrar be tekrar araştırmak gibi talihsiz bir çizgisi var. Belki de bu yüzden ülkemizde "din" vâkıasının anlamı, boyutları ve önemi gibi çok hayati bilgiler, ilmî etüdler yerine köşe yazarlarının önyargılı projeksiyonlarından karşılanıyor, belki bu yüzden Apo hakkında fikir yürütüp onu tanımaya çalışırken, "çetecibaşı, hain" gibi beylik gazete tabirlerinin muğlaklaştırdığı zihin duvarlarına çarpıp geri dönüyoruz. Halbuki "laik devlet" bilmediği konularda önyargılardan değil ilimden yardım istemek zorundadır. İlim, laik devletin düşünme, araştırma, değerlendirme ve hüküm verme tarzı olmalıdır; devlet dostunu da düşmanını da ilimle tanımak zorundadır; buna mecburdur çünkü ilimden başka müracaat edebileceği hiçbir vâsıta yoktur.