Anadolu’dan bildiriyorum...
Geçtiğimiz cuma, Merzifon Belediyesi ve Ticaret Odası’nın birlikte düzenlediği, “Türk Modernleşmesi ve Demokrasi” başlıklı sempozyum yapıldı, katılımcılar dikkat çekici tebliğler sundular.
Bana göre sempozyumun tek cümlelik sonucu, yaşanan sıkıntıları aşmanın ancak daha çok demokrasi, daha olgunlaşmış temel haklar mücadelesi ile mümkün olabileceği idi. Birkaç asırdan beri aydınların ve yönetici takımın bir fantezi niyetine “Aman bizde de olsun, belki işe yarar” diye tutunduğu demokrasinin bu defa sıradan insanların zihninde “Demokrasi olmazsa olmaz; ona sahip çıkmak gerekir” inancıyla sahiplenildiğini görmek sevindiriciydi.
Orta sınıf, yani en yaygın ve belirleyici kitle, yönetilenlerin boynuna demir kelepçe gibi geçirilen torbalı tedbirlerden hiç hoşnut değil. İşler sarpa sardıkça yönetenlerin hemen panikle temel hakları daraltarak insanlara, “Önündeki ekmeği ye ve burnunu bilmediğin işlere sokma” tavrından hoşlanmıyorlar. Hürriyetin ekmek olduğunu, neticede muhalifleri toplama kamplarına kapatarak hizâya getirmeye çalışan otoriter rejimlerin bile kamptakilere en azından bir öğün ekmek verdiğini biliyorlar!
Fırsat bu fırsat diyerek önce Merzifon, ardından Amasya ve Çorum’da Zaman okuyucuları ile buluştum. Sohbetler ettik, “durum vaziyetleri”ni konuştuk; sorular soruldu, aklımın erdiği kadarıyla cevap verdim.
Hülâsaten arz ediyorum: Durum vaziyetleri iyidir arkadaşlar; hattâ beklemediğim kadar iyi.
Girdiğim her mecliste, her salonda kalplerden yükselen bir ışıkla aydınlanmış güzel çehreler gördüm; karamsarlık, bitkinlik, çöküntü ve yılgınlığı aksettiren bir ye’s alâmeti yoktu bu güzel yüzlerde. Şu dolaylı mesaj çok bârizdi: “Biz vaktiyle yokuş inip, çimenli yollarda yürürken insanlara hizmet ettiğimiz, hayra vesile olduğumuzu sandık ve ne yalan söylemeli, biraz da gururlandık; şimdi önümüz yokuş, yolumuzda dikenler var ve asıl şimdi daha güzel şeyler yapmanın zamanı geldi. Bir yerine birkaç misli gayret edeceğiz, canımız acısa da aldırmayacağız, başımızı eğmeyeceğiz; iki kat, üç kat daha fazla sabır ve anlayışla hizmete devam edeceğiz. Birilerinin metronom ritmiyle hakarete devam etmesi moralimizi bozmuyor, bilakis şevkimiz, inancımız, hamdimiz artıyor.”
Herkesten çok moral çöküntüsüne uğraması beklenen bir arkadaşın söyledikleri çok dikkat çekiciydi; dedi ki: “İnanıyorum ki yakında değil tirajı bir milyona yükselmek iki, hatta üç milyonu bile yakalarız. Sindirme ve baskı sanılanın aksine tesir uyandırıyor. Dün bir çalışan bugün gayretini ikiye katlıyor. Devran onları âkil, bizi ‘mâkul’ resmetsin, hiç dert değil. Çünkü hakaret, sürgün, fişleme gibi bayağılıkları icra edenler bile bir yerde yüzünü yere eğiyor, yaptığına gönlü razı gelmiyor. Şu ‘haram lokma yemedik’ lâfı var ya, vicdanlara mermi gibi işledi. Mağrurun hicâbını, mağdurun gururunu artırdı. Adamlar nice danışman çalıştırarak süslü iftiralar tertiplediler ama şu üç kelimelik çığlık, isyankâr bir halk türküsü gibi ruhlara işledi. Bunlar bizi böyle yenemezler abi, bizi yenmek için bizden daha iyi, daha çalışkan, daha dürüst ve fedâkâr olmak zorundalar! O zaman da birileri bizden bayrağı devraldı diye iftihar ederiz. Bu yolda bize mağlupluk yok Allah’ın izniyle!”
Bu Zaman okuyucuları âlem insanlar vesselâm! Okuyucu-yazar sohbetine cumhur-cemaat mâ-aile geliyorlar. Katıldığım her toplantıda söze önce hanımları ve çocukları selamlayarak başlamaktan zevk duydum, iftihar ettim. Bakışlarından okuduğum neş’e ve inancı sizlere ulaştıracağıma söz verdim, işte yerine getiriyorum.
Anadolu’da “durum vaziyetleri” iyidir; “Taş gibi maşaallah, taş!” Diyeceğim fakat nazar değer diye söylemiyorum işte.
Kimse Yok mu’cular kasavet etmesin; orada herkes yerli yerinde!