"Ama"sız cümle kurulacak gün değil bugün
Toplam altı bin kişinin canından olduğu İkiz Kuleler faciasını kınamayı bir nevi turnusol testi haline getirerek, insanları müsbetmenfi tutum takınmaya zorlamak, olsa olsa bize mahsus bir saçmalıktır.
İnsanlık onuru taşıyan birinin, bir katliamı kınamak veya desteklemek konusunda illâ ki irade beyanında bulunmaya davet edilmesi, ne kadar hastalıklı ve güvensiz bir zihni iklimde yaşadığımızı gösteriyor. Böyle bir durumda sıraya girip, "Evet, ben bu çirkin saldırıyı yapanları kınıyorum" diye aklanma âyininden geçmenin bile onur kırıcı bir tarafı var. "Ben kahvaltıda çürük yumurta yemekten hoşlanmam" ifadesi ne kadar fuzuli ve mânâsız ise bir cinayeti ayıplamak da o kadar anlamsız değil mi? Ne var ki, "kına bakalım kınayabilirsen" tavrı yeni değil Türkiye'de: Faili hâlâ bulunamamış her medyatik cinayette bu kınama testi, tekrar edilir durur.
"Amasız, lâkinsiz, fakatsız terörü kınayabiliyor musun?" toptancılığı da aynı türden bir zekâ zaafiyetini işaretliyor; terörü, teröristlerden, cinayeti kaatillerden başka kim destekleyebilir ki? Halbuki mantık şunu emrediyor; cinayet ve terör yanlıları, bu kabilden ahmakça sorulara cevap verirken herkesten daha şiddetli, kararlı ve okkalı bir red tavrı gösterirler! Öyleyse bu "kına kınayabilirsen; nerde sende o yürek?" budalalığının mânâsı nedir?
Bugünlerde terörü kınarken "ama"lı cümle kurmak ihtiyacını hissedenler, en azından mânidar bir "hımm" nidâsıyla imleniyorlar; "hmm, demek Talibancı, demek Usame'yi destekliyor ama açıkça söylemekten çekiniyor!.." İnsanları bu kadar kolay ve ucuz tarzda sınıflandırmak, ancak ahmakların gıbta edebileceği bir düşünce konforu olsa gerek. Olup bitenler üzerine söz söylemek ihtiyacını hissedenlerin maruz kaldığı bu kanaat terörü, 11 Eylül tarihinde başlayan milâdın, gelecekte ne kadar otoriter bir kanaat zorbalığına maruz kalabileceğimizi de ihtar ediyor. En kapsamlı mânâsıyla otorite, "ama" bağlacıyla eklenen yardımcı kanaat cümlelerine hoşgörüyle yaklaşmaz; "bu savaşta tarafsızlık yok, ya bizden yana olacaksın, ya şeytandan" tehdidinden sonra bazı çevrelerin insanları aynı mealde kanaat açıklamaya zorlaması anlamlıdır.
Hayli zamandan beridir yazılarımda bana tatsızlık veren bir cümle yapısını sıkça tekrarladığımı fark ettim; bu cümleler tam ortasından "ama" ile bölünen cümlelerdi. "Ama"sız cümle kurmaktan ne kadar kaçınsam, fikrimi tam mânâsıyla ifade edebilmek bakımından "ama" bağlacına o kadar muhtaç kaldığımı gördüm. Etrafımızda olup bitenler, düz ve kesin hüküm cümleleriyle belirlenemeyecek kadar girift. Tahlil yapmak, detayların hakkını vermeyi gerektirir. Bir olguyu bütün boyutlarıyla tasvir ederken birbiriyle çelişen şeyleri aynı cümle içinde nasıl ifade edebilirsiniz? Yaşadıklarımız, "Yeşilçam devri"ne ait eski Türk filmleri olsaydı belki "ama"sız tahlil yapabilirdik; Erol Taş hep kötüdür, Hulusi Kentmen hep iyi. Hainler cezasını bulur, sevenler kavuşur. Kaldı ki o filmlerde bile, "fakir olabilirim fakat benim de kalbim var" kalıbının ne kadar sık tekrarlandığını hatırladım şimdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse sebebini ve gerekçelerini hâlâ anlayamadığım bu kaotik savaşta kendimi ne Mr. Bush ve yandaşlarının, ne de Üsame iptidailiğinin ve Taliban despotizminin yanında hissediyorum. Gün, "ama"sız cümle kurulacak gün değil artık. Aynı şekilde İsrail hedeflerine canlı bomba veya suikast eylemleri düzenleyerek intikam almaya kalkışan Filistin örgütleriyle, bu gibi eylemleri cana minnet bilip Filistin hedeflerine ağır silahlarla saldıran İsrail güçleri arasında da taraf olmak içimden gelmiyor. Bu kaotik ve izi belirsiz herc ü mercde "ama"sız cümle kurmadan iki çift laf edemeyenlerden biriyim ben. İkiz Kuleler çöktüğünde, sanki babasının köyünü eşkıyalar basmış da yerle bir etmiş gibi ağlamaklı New York nostaljisi yapanlardan uzak olduğum gibi, altı bin kişinin ölümüne "oh olsun" diyebilecek kör vicdanlardan da değilim hamdolsun. Hayır, hengâmede mutlak tarafsızlık sûretine bürünerek şairin, "Suya sabuna dokunmazmış /Pise bak!" diye nitelediği gürûhtan da değilim şüphesiz. Necip Fazıl Sakarya Türküsü'nde, "Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir" diyordu; bugünün enformasyon âleminde artık oluklar çift değil; aynı lüleden bin türlü haber birbirine karışmış halde akıyor. Gerçeğe "ama"lı cümle yapılarıyla yaklaşılabildiği bu enformasyon kirliliğinde ben "fakat"lı cümle kurmak ihtiyacı hissedenlerle beraberim.
Hakikate karşı vazifemiz evvel emirde "akıl selâmeti"ni muhafaza etmektir ve bu kaosta akıl selametini korumaya çalışmak, herhalde en zorlu "duruş yeri" olsa gerektir.