Alternatifsizliğe güvenmek...

Ay’ın Dünya yörüngesindeki varlığı, Dünya’da hayatı mümkün kılan bir tesir yapıyor. Ay’ın yokluğunda nelerin olamayacağını kısa bir internet aramasıyla öğrenebilirsiniz. Güçlü tek parti iktidarlarında etkili bir muhalefet, demokratik hayat için kaçınılmazdır.

Son birkaç yıldan beri muhalefetin etkisizliğinden şikâyet eden yazılarımı hatırlıyorum. Üstelik o günlerde işler, bugünkü gibi zıvanasından çıkmış bile değildi ama hissediliyordu. Başbakan bu gerçeği hepimizden önce kavramıştı ve sık sık şakayla karışık “Allah bu muhalefetten razı olsun” sözleriyle sanki muhalefetsiz yönetmenin rahatlığını dile getirmişti.

CHP ve MHP’yi defalarca, bir seçim başarısı ihtimâliyle hükümeti rahatsız edemedikleri için eleştirdik. Hâllerinden memnun gibiydiler ve tutundukları destek bandından kopup daha yukarılara tırmanmayı istemez gibi davranıyorlardı. Daha yukarısı iktidar demekti, sorumluluk demekti, taşın altına elini koymak, sıkıntıya katlanmak, problem çözebilecek beşerî zenginliği saflarına toplamak demekti. “Bu hâlimizle Meclis’te grup bulundurmak bize yeter de artar” diye düşünüyorlardı sanki...

Yaşadığımız krizin en önemli sebebi muhalefet yetersizliğidir ve bu yetersizlik hâlâ aşılabilmiş değil. AK Parti yönetimi, son 10 yılda hayat standartlarını yükseltebilmiş orta sınıfın “sınıf muhafazakârlığı” davranışından güç alıyor. Orta sınıf bulunduğu refah dilimini kaybetmemek için “Şöyleler böyleler ama adamlar çalışıyor kardeşim” ile özetlenebilecek muhafazakâr bir kabuk içinden bakıyor olup bitenlere. Daha önemlisi, “Kimdir bu iktidarın alternatifi, hani nerede?” sorusuna net bir cevap bulunamıyor.

AK Parti’ye alternatif teşkil edebilecek HAS Parti (Halkın Sesi Partisi), liderinin AK Parti’ye kazandırılmasıyla bir seçenek olmaktan çıktı. Parti, gücünü kaybetti ve 2012’de kapısına kilit vurdu. Garip bir olaydı ama üzerinde pek durulmadı nedense! Türk sağının beylik isimlerinden Demokrat Parti içindeki duruşuyla dikkat çeken bir başka isim, Süleyman Soylu da aynı tarihlerde, 5 Eylül 2012’de AK Parti’ye davet edildi ve akabinde hemen genel başkan yardımcısı oluverdi. Bu iki “transfer” çok anlamlıydı zira AK Parti dışında, bu partinin seçmen kitlesine heyecan verebilecek lider adayı kalmıyor gibiydi.

Beş yıl önce çok şüpheli bir kazada hayatını kaybeden rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nu hatırlıyoruz ister istemez. Böyle bir kriz ve bunaltı gününde Yazıcıoğlu, sempatik şahsiyeti ve güvenilir duruşu ile aranan kişi olabilirdi. Ne yazık ki ölümünün 5. yılında bize onun hatırasından kalan, büyük soru işaretleriyle dolu ve kapanmak üzere olan bir suikast soruşturma dosyasıdır.

AK Parti, bugünlerde kendi kulvarında alternatifsiz kalmanın keyfini sürüyor, tabii buna “keyif” denilebilirse. AK Parti tamamen liderinin kontrolü altındadır ve liderin dışında parti politikalarına yön verebilme imkânı yoktur. Bu parti kendini denetleyemiyor ve parti içindekiler siyasi geleceklerini tamamen liderin seçimlerden başarıyla çıkmasına bağlamış gibi davranıyorlar.

17 Aralık’ta başlayan süreç şimdi kördüğüm noktasında. Ortalığa dökülen dinleme kayıtları bile muhalefete dinamizm veremedi.

Ne olacak?

Ortalıkta alternatif bir oluşumun görünmeyişi, yokluk anlamına gelmez. Şu günlerde büyük bir tereddüt yaşanıyor. Belediye seçimlerinin sonuç kompozisyonuna göre 30 Mart gecesi yeni arayışların başlaması en tabii gelişme olur. AK Parti’nin vaktiyle nasıl alternatif hâline geldiğini, gelebildiğini unutmadık. O gün AK Parti’yi yeni bir alternatif, siyasette farklı bir soluk olarak kucaklayan sosyal psikolojinin mekanizmaları değişmedi.

Türkiye’de şartlar çok hızlı değişebiliyor: 17 Aralık’tan bir hafta önce, hükümet açısından muazzam bir güvenilirlik sıkıntısının yaşanabileceğini kimse tahmin edemezdi!

AK Parti, Türk siyasi hayatındaki rolünü ve fonksiyonunu tamamladı. Bu gerçek, uzatma dakikalarında değişebilecek türden değil. 2015 seçimlerinden sonra bu partinin Türkiye’yi dördüncü kere omuzlayabileceğini düşünmek için çok ama çok iyimser olmak gerekiyor. İçinde bulunduğumuz yıl, büyük ihtimâlle bir devrin kapanışına sahne olacak ve bunu tahmin etmek o kadar hüner gerektirmiyor.

Göl yerinden su eksik olmaz; alternatifsizliğe güvenip böbürlenmek feci hayal kırıklıklarına yol açabilir. Doğrudur, bundan sonra yüzde 50’leri zorlayan seçim zaferleri belki hiç olmayacak; muhtemelen yeniden koalisyonlar dönemi göreceğiz ve yine muhtemelen alışageldiğimiz istikrar tablolarını yeniden görmek için biraz sabretmek gerekecek.


Kaynak (Arşiv)