Allahümm’ansur hükûmetenâ!
Bazı dostlar, beni yeteri kadar siyâsi olmamakla suçluyorlar; ben ise yeterinden fazla siyasî tavır takındığımı üzülerek fark ediyorum.
Cümlede çelişki yok, siyâsî kelimesine verilen anlam farklı. Bazı dostların imâsı şu: “Sana göre ne doğru görünüyorsa öyle yazıyorsun; Aa bu iyi bir şey değil. Bir tarafta ülkenin seçilmiş hükûmeti dururken ardı görünmeyen bir yapıyı desteklemek iyi değil. Akıllı ol, sen de ‘Kışkırtmalara fırsat vermeyelim’ de, sen de, ‘Başbakan’ımıza dünyalar tatlısıdır; yargının yaptığı iş değil, bu yaptığınız gazetecilik değil arkadaşlar’ diye yaz. ‘Paralel devlet olmaz, sivil vesayete karşıyım, siyaset emreder hukuk yapar’ de, ‘Liyakat çok önemli filan’ gibi şeyler söyle...”
Bir, üç, beş; geçenlerde bir okuyucu mektubunda, “Üç kuruşluk yolsuzluk için milletin milyarlarını çarçur etmeye utanmıyor musunuz?”, “Sizi yolsuzluğa ve hukuksuzluğa karşı çıkan safta mı görecektik; yazıklar olsun aboneliklerimize..” yollu bir azarla karşılaşınca mukavemetim çaya batırılmış bisküvit gibi dağıldı gitti.
Oturup düşündüm, zaten huzursuzum. Bir ara o kadar zihnî yoğunluğa kapılmış olmalıyım ki hanıma,
-Kaptan bey, zahmet olmazsa Yağcılar durağında inebilir miyim lütfen? diye seslendiğimi hatırlıyorum en son...
Derken minibüs hemen kıvrak bir manevrayla sağa yanaştı, otomatik kapı açıldı, indim. Aa, durakta birçok tanıdık simâ, “Oo hoş geldin; geciktin yahu, senin için bayağı üzülüyorduk.” diyorlar. Benden birkaç gün önce aynı durakta inmiş olan bazı tanıdıklar ise nedense yakınlık göstermek yerine utangaç ve suçlu bir edâyla önlerine bakıyorlar. Koluma giren biri kulağıma eğilip, “Bunlar birkaç gün önce sana ‘Başbakan’ın ölmesini diliyor’ diye bühtan edip ortalığı kışkırtan kişiler; aslında iyi insanlardır ama bu durakta inenlerin ilk günlerde böyle sert şeyler yazması âdettendir, hoş gör.” diye fısıldadı.
Derken büyükçe bir holdingi andıran bir binaya girdik. Ortam latif; her taraf pembeye boyalı, her duvarda büyük lider posterleri. Havaya hafiften “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısının enstrümantal nağmeleri yayılmakta. İçeri girer girmez inanmazsınız, tabiatım değişti, mutlandım. Güçlü, haklı, kalabalık ve çok kararlı bir topluluğun parçası olduğumu hissedip rahatladım. Bu özgüvenle önceki yazılarıma şöyle bir baktım, içimi pişmanlık bastı. “Bunlar nasıl bir lâflar yahu, resmen ayıp etmişim” diye kendimi payladım. Oturmam için güzel ve yumuşak bir deri koltuk gösterdiler. Derken yan tarafa birkaç koltuk daha getirdiklerinde; “Bunlar kimin için?” diye sordum, “Doğruyu bulan ve cesaret gösterip gelen sadece sen değilsin, başkaları da sırada, onlar için bu hazırlık” dediler. “Kim ki bunlar?” dedim, “Basındaki sinyalleri doğru okuyabilseydin anlardın!” deyince fazla üstelemedim. Derken o esnada iyi giyimli bir görevli yanıma geldi, “Burada âdettir” dedi; üyelik kaydınızı yapmadan önce, yazdığınız gazetede özeleştiri yapan bir yazı yayınlamanız gerekiyor.” “İyi ama” dedim “Taraf değiştirmiş olmam yetmiyor mu?” “Oo” dedi görevli, “Senin gibi yazar çok bizde; önemli olan durakta inmeden önce ‘Aklınızı başınıza alın; bunların şakası yok, iki vakte kadar paralel yapıya müthiş operasyon geliyor, kaçılıın’ yollu şeyler yazmalısınız ki, burada itibarınız olsun.” dedi.
Ben de oturup bu yazıyı kaleme aldım. İşte söylüyorum. Yaptığım her şey, yazdığım her satır yanlıştı. Kafama saksı düşmüştü. Kendimi ayıplıyorum. Pişmanım. Hatta hızımı alamıyor ve açıkça şöyle niyâz ediyorum:
-Allahümm’ansur hükûmetenâ, hükûmetel cumhuriyyeti ve rüesâi’l-izâm; âmin ve bihî nestâin!
Derken hanım uyandırdı, “Uyumuş kalmışsın ayol.” dedi: “Nerdeyse kerâhat girecek, kalk abdestini tazele!”