Alkış
2012 Kültür Sanat Büyük Ödülleri sahiplerini buldu. Daha önceki tarihlerde yapılan törenlerle, geleneksel sanatlarda Uğur Derman, sinemada Nuri Bilge Ceylan, kültür ve sanat kurumlarında Sakıp Sabancı Müzesi, tarih dalında Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, Türk musikisinde Ahmet Hatiboğlu, edebiyatta Selim İleri, arkeolojide Zeugma şehri kazıları ve müzesi ödüllendirilmişti.
Atatürk’ün ölümü üzerine dağılan Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti’nin, 75 yıllık uzun bir fâsıladan sonra Devlet Başkanı Abdullah Gül’ün teşebbüsüyle ihyâ edilerek ilk konserini Çankaya Köşkü’nde icrâ etmesini de unutmayalım.
Yeni bir olgudan bahsetmiyoruz fakat ödül sahiplerinin seçiminde altı çizilmesi gereken önemli bir ayrıntı var; bana göre bu ödüller, özellikle klasik sanatlarımız söz konusu olduğunda piyasa tarzı harcıâlem eserler ve sanatçılardan ziyade klasik çizgiyi takib ve hakkıyla temsil eden isimlere yönlendirilmiş bulunuyor. Meselâ minyatürde Cahide Keskiner, Hat sanatında Hüseyin Öksüz, tezhibte Fatma Çiçek Derman, Ebrû’da Alparslan Babaoğlu, cilt sanatında İslam Seçen ve Sedefkârlıkta Salih Balakbabalar, geleneği en klasik tarzda icrâ eden ve sürdüren çok değerli sanatkârlarımızdır. Bu bakımdan ödüllerin yönlendirilmesi konusunda enikonu tartışmış ve üzerinde tartışılmış bir kültür politikasının izlerini gördüm ve çok sevindim.
Bundan otuz-kırk sene önce amatör bir müzik topluluğunun ney veya kemençe gibi klasik sazları icra eden birinden istifade etmesi mucize kabilinden bir şeydi; bugün, geleneğimizin zor sazlarını liyakatla icra eden çok sayıda genç sanatkârımız var. Klasik sanatlarımızda devlet ve belediye atelyelerinden yetişenler geleneği bir ucundan omuzladılar. İşin daha heyecan verici kısmı, klasik sanat ürünlerine gösterilen rağbetin gitgide yükselmesi. Ne var ki, iyi örneklerle beraber ucuzu da bollaşmaya başladı; turistlere hediyelik satan dükkânlarda bile kötü açılmış, sağır cinsinden de olsa neyler, ehlinin elinden çıkmadığı âşikâr ebrû taklitleri, tezhiblenmiş minyatür varakları, hat levhalarına rastlar olduk. Klasik baharattan izler taşıyan ama geleneğin ucuz bir kopyası olmaktan bir adım daha üste çıkamayan bu rağbete sevinmeli mi, üzülmeli mi noktasında tereddüd geçirirken tam bu noktada Cumhurbaşkanı’nın yakından desteklediği ve ilgi gösterdiği ödül tevcihi, sıradan mânâsının üstünde bir derinlik taşıyor ve tercih edilmesi gerekenin meşakkatli ama değerli “Ana yol” çizgisi olduğunu hatırlatıyor. Ana yol, yani klasik, ortodoks edâ (Sanatta veya herhangi bir meşrepte asl olana, gelenek öğretisine sadâkat göstermek); kötü ve ucuzlaştırılmış örnekler, klasik değerleri bastırıyor: Düğünlerde Mevlevî dervişi döndürmek, kaldırımda ebrûlu kâğıt satmak, icazet bile almadan hattatlık taslamak, mistik hava veriyor diye en münasebetsiz mekânlarda ney taksimi dinletmek, “Gizli tarihleri ben ifşâ ediyorum” nârâsı ile akademik tarihçiliği işportaya düşürmek hemen aklıma gelen kötü misâller. Bu biraz, “Picasso’nun yaptığını ben de yaparım” cesaretiyle resim malzemesi alıp, iki ay sonra usanan amatör kabiliyetsizlerin hâlini hatırlatıyor bana.
Klasik sanatların ve değerlerin en mükemmel hâlinin saklandığı bir “Akademi”miz bir Capitol’ümüz yok; belki zamanla olur ama geçiş dönemindeki hasarı azaltmak için Devlet Başkanlığı’nın “Klasik mektep”ten yana tercih koyması beni ümitlendirdi.
Enseyi karartmayalım; iyi şeyler de oluyor bir yerlerde…