Alişir

Siz de “kitap kazısı” yapmayı sever misiniz? Şudur: kitapçı dükkânlarının kuytu köşelerindeki tozlu raflarda, sizin zevk ve meşrebinize uygun ve kendisini keşfedeceğiniz ânı beklemekten yorulmamış birkaç şey mutlaka vardır.

Her zaman denk düşmez, avcılıkta kanundur; “Kırk gün taban eti, bir gün av eti” Sonra ona rastlarsınız; “Vecettu” veya “Evreka” veya, “Aa!”

“Üsküdar’dan Çıktım Yola”yı Eren Yayıncılık 2001’de neşretmiş, 12 yıllık gafleti üç gün önce fark ettim. Müellif Fuat Andıç, Üsküdar evlâdı. Bu aralar Üsküdar kitaplarına merak sardırdım ama yazarı tanımıyorum; oysa “Selanik Kahpe Selanik”, “Elveda Yurdum”, “Sadrazam Âlî Paşa”, eşiyle birlikte kaleme aldığı “Lâle Devri”, “Kırım Savaşı”, “Geçmiş Zaman Olur ki-III. Selim Devrinde Molla-Yeniçeri Fesatları” adlı eserlerini vaktiyle Eren Kitabevi tarafından yayımlanmış; birkaçını vaktiyle edinmişim ama yazarın adı kalmamış zihnimde; te’vili yok, “Cehlin ol mertebesi tahsîl ile mümkündür” sözü, sanki benim için söylenmiş. Mahcubiyetimin diğer boyutu ise hiç affedilir gibi değil: Fuat Andıç, Cemil Meriç’in talebelerinden imiş. “Leblebiye narh koymalı mı?” başlıklı fıkrasında Kandillili Sabih Bey’in anlattığı bir geçmiş zaman nüktesini dinlerken Cemil Meriç’le beraber olduklarını yazıyor. Ümit Hanım da Aksiyon dergisine verdiği eski bir mülâkatta bu bilgiyi teyid ediyor zaten.

Uzattım, “Üsküdar’dan Çıktım Yola”, eski Üsküdar’ın neftî renkli güzel günlerine şöyle bir dokunduktan sonra yazarın yurtdışında başından geçen eğlenceli hâtıralarından müteşekkil. “Alişir” bunlardan biri. Fuat Bey, bundan en az on küsur yıl kadar önce Özbekistan’a gidiyor; Taşkent’i gezdikten sonra Buhara’ya geçiyor. Seyahatin son günü Buhara’da Nakşibendî Türbesi’ni ziyaretten sonra yorulunca civardaki bir kahvede soluklanırken etrafını saran çocuklar İstanbullu olduğunu öğreniyorlar. O tarihte 14 yaşındaki Alişir’le böyle tanışıyorlar. Fuat Bey’le önce İngilizce konuşan Alişir, ardından İstanbul Türkçesi’ne geçiyor. “Kaç lisan biliyorsun sen?” sorusuna aldığı cevap şaşırtıyor Fuat Bey’i: Tacikçe, Özbekçe, Rusça, İngilizce, Türkçe. “Alişir sanki lisaniyat allâmesi” diye yazmış Fuat Andıç, “Konuştuklarımızı çocuklara hemen Tacikçe, Özbekçe veya Rusça tercüme ediveriyor. Beni en çok şaşırtan nasıl böyle rahat İstanbul Türkçesi konuştuğu. Annesi Tacikmiş, babası Rus ama İngilizce, bilhassa Türkçe?”

“Alişir, Buhara’da açılan bir Türk mektebine gitmiş. Bütün hocaları Türk. İki sene okumuş bu okulda. Sonra okul kapanmış. Alişir çok üzgündü okulun kapandığına.” “Adeta damdan düşer gibi sordu, Reşat Nuri Güntekin’i sever miymişim? Alişir çok seviyor Reşat Nuri’yi. Bütün eserlerini okumuş. Hele Çalıkuşu’nu pek seviyor. Şiir de seviyormuş Alişir. ‘Size bir tane okuyayım’; sonra sandalyeye çıkıp elleriyle, kollarıyla, yüzüyle Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri’ni ezberden, her kelimenin hakkını vererek okuyuverdi.”

“Sonrasını pek hatırlamıyorum; düşünceye dalmışım. Buhara’da açılan bir Türk okulunda Alişir hem İngilizce, hem Türkçe öğrenmiş. İki senede. Ben altı sene Türkiye’de Fransızca okumuş ve bir türlü doğru dürüst öğrenememişim frenk lisanını. Acaba neden? İki senede hem Türkçe, hem İngilizce öğretebilen, hocaları Türk olan okul nasıl öğretiyordu, nasıl bir okuldu?

Kalkarken Alişir’in sesini duydum, “Yine gelin efendim, başımızın üstünde yeriniz var” (Fuat Andıç, Üsküdar’dan Çıktım Yola, Eren y., İst., 2001, s. 130)

Kıssa Fuat Bey’den, hisse sizden.


Kaynak (Arşiv)