Alin Taşçıyan bizleri nasıl utandırdı?

Ege Bölgesi’nde zeytin üre ticiliği ve ticareti ile uğraşan bir ahbapla sohbet ediyorduk. Bu işi dedelerinin tâ Meşrutiyet zamanlarından beri bir aile mesleği olarak devam ettirdiklerini, hatta 1911’den önce Selânik’te şirketin bir şubesinin bile bulunduğunu anlatan dostum, eski imâlathanelerinden bahsederken, söz arasında, işletmenin eski yazılı tabelâsını da kullanılmayan eşyalar arasında ele geçirdiklerini, kendisinin bu tabelâyı temizletip cam çerçeve içinde koruma altına alarak şirketin görünür bir yerine astırdığını iftiharla anlattı ve şöyle devam etti:

-Lakin tedirgin olmadım da değil; haddinden fazla işgüzar birinin çıkıp “Nedir bu gerici tabelâ! İnkılap kanunlarına karşı mı geliyorsunuz?” diye densizlik etmesi doğrusu aklıma geldi ama aldırış etmedim...

ESKİ YAZI ÜRKÜNTÜSÜ

Eski yazımıza karşı ilk alelâde tepkimiz “endişe” mi olmalıydı? Ne yazık ki biraz öyledir çünkü biz, 20. yüzyılda yazısını değiştirmiş nâdir ülkelerden biriyiz. Alfabemizi değiştirirken, “Yenisi kolayca benimsensin, toplumsal bir itiraz ve direnişle karşılaşmasın” diye eski alfabemize ve yazımıza karşı düşmanca kampanyalar açmayı da ihmâl etmedik nedense. Eski alfabemizin yazısı, eski ve köhne kültürün, irticânın sembolü gibi görüldü ve gösterildi; bu büyük bir haksızlıktı, haksızlığın da ötesinde büyük bir yanlıştı. İki sebebi var:

1- Eski yazımız, aynı zamanda bütün devlet kayıtlarının, eğitim hayatının, sanat ve edebiyatın, haberleşmenin de yazısıydı. Alfabe değiştirirken bilinçli bir şekilde âdeta hâfızamızı silerek eskiye dair hâtıra kalmasını istemeyen bir acelecilik gösterdik; büyük zarar gördük.

2- Eski yazımız, bir alfabe olmanın ötesinde, sanat dünyasında pek az alfabeye nasib olacak derecede yüksek bir sanat faaliyetine konu teşkil etmişti: İslâm hat sanatı. Eski yazının kaldırılması ve yeni yazısının yaygınlaştırılması çabaları esnasında eski yazıya husûmet gösterirken bu yüksek sanatın dallarına, çiçeklerine, gövdesine ve hatta köküne büyük zarar verdik.

Yeri gelmişken belirtelim; Latin alfabesine geçerken eski yazıyı karalamak, kötülemek, gericiliğin işâreti gibi göstermek gerekmiyordu. Daha temkinli, daha ağırbaşlı bir geçiş dönemi bize büyük fayda sağlayabilirdi. Ne yazık ki alelacele uygulamaya konulan alfabe inkılabından sonra hemen ardısıra yetiştiren Dil Devrimi ile Türkçe büyük zarara uğratıldı; acılarını hâlâ görüyor ve çekiyoruz.

GÜZEL VE YALNIZ SANAT

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2009 Yılının Kültür Sanat Büyük ödüllerinden birini Prof. Dr. Uğur Derman’a verdi; bu tevcih her iki bakımdan büyük isabet taşımaktaydı: Hat sanatının, -yanılmıyorsam- ilk defa devlet başkanlığı katında ödüllendirilmesi isabetliydi; bu ödülün Sayın Uğur Derman isminde tecessüm eden bir şahsiyete yönelmesi ise aynı derece zarif ve hakşinas bir davranıştır.

Takib edebildiğim kadarıyla bu tevcihi köşe yazısında değerlendiren tek isim, Star Gazetesi yazarı Alin Taşçıyan oldu. Alin Hanım, sinema yazılarından ve programlarından âşinâ olduğumuz bir isim. Hat ile ilgilendiğini bilmiyordum; kendisi, “Hat: Güzel ve Yalnız Sanat” başlıklı yazısında İslâm Hat sanatına nisbetini şöyle anlatıyor:

“Hat sanatı çoktandır geniş kitleler tarafından unutulmuş bir dal. Bırakın uygulamasını, kısıtlı bir çevre dışında bu sanatı tanıyan dahi yok! Bir hat eserine bakınca ne olduğunu dahi teşhis edemiyoruz. Hattın türlerini ve tarzlarını bilmemek bir yana Arap alfabesini bilmediğimiz için anlamını da kavrayamıyoruz. Bu yüzden Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri’nden birinin Prof. Dr. Uğur Derman’a verilmesi ‘hayati’ önem taşıyor. Kültür sanat dünyasının ‘içinden’ biri olarak SSM ve NBC’ye dair son haberleri bir çırpıda sayabilirim. Oysa şu günlerde hat sanatına dair ne gibi gelişmeler olduğundan ne yazık ki habersizim. SSM’de sergilenen yapıtların -şahane hat koleksiyonu dışında kalanların- birçoğunu teşhis edebilir; NBC filmlerinin eleştirilerini hemen şimdi yazıya dökebilirim... Hat konusuna gelince cehaletimden başım önüme eğilir (…) Kültür dünyamızın ‘yalnız ve güzel sanat’ı da hat olsa gerek! Geleneksel sanatlardan ebru bile çok daha popüler. En azından bir ebru eserine bakılınca üzerindeki motifin karanfil mi lale mi olduğunu ayırt etmekte zorluk çekmez kimse! Oysa hattın sülüs mü yoksa nesih mi olduğunu bile kavrayamayız!”

Alin Taşçıyan samimi ve açıkyürekli bir değerlendirme yapıyor; eğer Cumhurbaşkanlığı ödülleri Uğur Derman’ın yanında, Sakıp Sabancı Müzesi’ne ve Sinema yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’a lâyık görülmemiş olsaydı, büyük ihtimâlle hat sanatı hakkında bir değerlendirme yapmak aklına gelmeyecekti. Olsun, Alin Hanım’ın yukarıda iktibas ettiğim satırları, kültür dünyamızın hat sanatına karşı aldığı mesafeyi göstermesi bakımından çok öğreticidir; nitekim İslâm sanatları, geleneksel sanatlarımız denilince mangalda kül bırakmayan nice muhafazakâr, milliyetçi, İslâmi hassasiyetleri yüksek yayın organında İslâm Hat sanatına yönelen bu takdirkâr teveccüh, lâyıkıyla yankı bulmadı. Zaman Gazetesi ise geçen hafta Pazartesi günü Kültür sayfasında Musa İğrek’in Prof. Dr. Uğur Derman’la yaptığı güzel bir sohbeti yayınlayarak bir mânâda özür dilemiş oldu.

Alin Taşçıyan bakınız ne kadar açık ve samimi bir dille itiraf ediyor, “... kısıtlı bir çevre dışında bu sanatı tanıyan bile yok” diyor ve daha acısını ekliyor, “Bir hat eserine bakınca ne olduğunu dahi teşhis edemiyoruz. Hattın türlerini ve tarzlarını bilmemek bir yana Arap alfabesini bilmediğimiz için anlamını da kavrayamıyoruz.” ve sonunda samimi, sevimli bir itiraf,

-Hat konusuna gelince cehaletimden başım önüme eğilir!

Bizim başımız da Alin hanımın dolaylı olarak bizlere hatırlattığı gafletten ötürü eğik dursa gerektir.

HAT SANATI EVRENSEL BİR DEĞERDİR

Ne kadar tatlı, ne kadar sevimli bir cehâlet itirafıdır o. Evet, herkesin hat sanatı hakkında uzman olması beklenmez fakat memleketin okur-yazar takımının -uzmanlık değilse bile ilgi derecesinde- bir mecburiyeti vardır; çünkü İslâm hat sanatı, evrensel kalite taşıyan bir sanat dalı mevkiinde; grafik sanatlarının zirvesi. Latin yazısı hâlâ, İslâm yazısının yüksek estetik seviyesine ve kıvâmına erişemedi ve asla erişemeyecektir, çünkü Latin harfleri güzel yazmaya ve yüksek terkipler kurmaya elverişli değil. Latin afabesini küçümsüyor değilim fakat İslâm alfabesini -bu mânâda evet-, yüceltiyor, tebcil ediyorum; bu sanat, yeryüzünün bu güne kadar gördüğü en yüksek grafik kompozisyonlarını ihtiva ediyor ve bu sanatın en büyük ustaları bu topraklardan yetişmiş kişilerdi.

İşte Prof. Dr. Uğur Derman’a verilen ödülün böyle bir anlamı daha var. Uğur Derman, bir hattat olduğu için bu ödüle layık görülmedi, tabir yerindeyse Hatt’ın hâmisi, duayeni, esirgeyeni, kollayanı, muhafızı, uzmanı, mütehassısı olduğu için, yıllarını bu yüksek sanata vakfedip büyük emek ve zaman harcadığı için bu onura erişti. Kendisinin zarafetle kaydettiği üzre aldığı ödül, Devlet Başkanlığı katında bütün klasik sanatlarımıza yöneldiği için mânâsı görünenden daha fazla ve etraflıdır. Alin Taşçıyan hanımefendi’yi bu zarif ama çok sevimli tesbit ve itirafından ötürü kutlamak geliyor içimden; sağolsun, eksik olmasın. Uğur Derman Hocamıza ise gıyabında güzel ellerinden öperek daha nice zaman hayırlı hizmetlerinin devamına dua ederim. Cumhurbaşkanımız ise, şu ödül kompozisyonu ile sadece milletin değil, tarihî sürekliliğin itibarını da sahiplenmiş oldu. Devletimizin ömrü müzdâd olsun.


Kaynak (Arşiv)