Akl-ı selim yine firarda!

Yedeksubaylığım esnasında firarı alışkanlık, hatta neredeyse bir hayat tarzı haline getiren gedikli bir asker firarisi tanımıştım; yaşı kırk beş sularındaydı ve saçı-sakalı ağarmıştı; belirli bir mesleği yoktu. Kim bilir yine nerede inzibatlara yakayı ele vermiş, son firarından ötürü aldığı hapis cezasını çektikten sonra kalan borcunu ikmal etmek üzere apar-topar ait olduğu birliğe gönderilmişti. Uyuşturucuya müptela olduğu için bataryada bir nevi karantina muamelesine tabi tutuluyordu.

Bizim "akl-ı selimimiz" de iflahsız bir firari; konmasıyla göçmesinin arası fazla uzun sürmüyor; "sıradan"lık onu sıkıyor; hayatın tabii ahengini dayanılmaz buluyor. Neticesinin bela olduğunu bile bile hep firara yeltenmesinin sebebi başka ne olabilir ki? Tabii bu arada bizim de akl-ı selimi firar ettirmek için akıllara ziyan bir yıldırma siyaseti uyguladığımızı da görmezden gelemeyiz; sonuç itibariyle ne akl-ı selim bizi seviyor, ne de biz ona tahammül gösterebiliyoruz.

"Hazret"in yine firarda olduğunu tahmin ediyor; ama kesin delilini bulamıyordum; aradığım "nümune"yi bir mahalli televizyonun haber bülteninde yakaladım. Turistlere hediyelik eşya satarak geçimini temin eden bir esnaf düşünmüş, taşınmış ve kendince önemli bir karar alarak İtalyan turistlere satış yapmamaya karar vermişti! Havaların iyice soğuduğu şu günlerde pek de turist uğrağı sayılmayan bir taşra şehrine kaç turist gelir, bunlardan kaçı İtalyan'dır ve bu İtalyan turistlerden kaçı şu bizim "akıl" esnaftan alışveriş eder ayrı mesele; İtalya'dan mal almamanın, karşılığında döviz vermemenin mantığını bir dereceye kadar anlamak mümkün de bize para kazandıracak bir müşteriyi refüze etmenin manası ne ola? Kendisi de komikliğin farkında olmalıydı ki kameraya bakarken biraz fazla saçmalamış olmanın -ve akl-ı selimi gereğinden fazla hırpalamanın- verdiği eziklikle mahcup görünüyordu. İşte akl-ı selim, bu memlekette bunun için fazla durmuyor ve aşağılandığını hissettiği an "bana doyum olmaz" diyerek alıp başını gidiyordu.

İtalya'nın dikkatini çekmek için alınabilecek en iyi tedbir, İtalyan mallarına karşı resmi ambargo değil; ama sivil inisiyatifli boykot manzaralarıydı. Bunu yaptık ve maalesef akl-ı selim yine firarda olduğu için kararını kestiremeyip işi iyice sulandırdık. Gazetelerden birinde bir şarkıcımızın "klip"inde rol alması için 60 bin dolara anlaştığı İtalyan sinema sanatçısı bir hanımı işten attığını okuyunca hiç şüphem kalmadı: İtalya'nın kırk yamalı hükümeti, siyasi basiret nokta-i nazarından acınacak derecede safdil görünse bile, bizdeki akl-ı selim fıkdanı çok daha elim ve vahim sonuçlar doğuruyor. Sair zamanda "Made in İtaly" logolu bir kravat veya ayakkabı satın almak için benzerlerine nispetle iki misli fiyat ödemekte aristokrat bir lezzet bulan tüketici şuurumuz, akl-ı selimsizlik sebebiyle İtalyan milletinin Türklere topyekun düşman kesildiğini farz ederek intikam şerbetini sıcak sıcak tepeye dikmekte istical göstermekten çekinmiyordu. Hele, pazar payını artırmak için ürünlerine İtalyanca isim koymak akıldaneliğini gösteren özbeöz "yerli" firmaların telaşı çok daha komikti; bugüne kadar üç beş kuruş fazla kazanmak için "İtalyan" imajına yatırım yapmak kurnazlığına sarılanlar, hesap tersine dönünce "Biz aslında Türk'üz abi" diye kekelerken mahcuptular.

Eğri oturup doğru konuşalım; canımız sıkıldıkça şuna-buna ambargo koyup boykot ilan ederek dış siyasette mesafe almanın mantığı yoktur; günümüzde iktisadi münasebetlerin ne kadar girift ve şaşırtıcı boyutlar kazandığını bilmeyen kalmadı. "Yerli Malı Haftası" mantığını bu ülkede yeniden hakim kılmaya kalkışmak evvela Türk ekonomisini zedeleyecektir. Dış politikanın ince ve hassas manevralarını devletin ilgili kurumları yürütmeli; şimdi bu işi berber, manav, bakkal yapıyor. İyi de yarın aynı bakkal, berber, manav iç politikada tayin edici olmaya kalkışınca ne yapacaksınız ey erkan-ı devletimiz?

Akl-ı selimi yıldırmayınız; bir gün size bile lazım olabilir!


Kaynak (Arşiv)