AK Partililik meselesi!
Polisiye roman ve filmlerde sıkça tekrarlanan bir espri vardır: Bir şeyi saklamak gerektiğinde insanlar genellikle, kimsenin bulamayacağını sandıkları gizli köşeleri seçerler; oysa kimsenin dikkatini çekmeyecek derecede ortalık yere bırakılan, daha doğrusu gizlenmeyen şeyler genellikle fark edilmez ve “saklı” kalır.
AK Parti’nin 3. genel seçime giderken bir kere daha önde olmasının sebepleri, belki de herkesin fark edebileceği şekilde orta yerde durduğu için fark edilmiyor. Bu gerçek, siyasi hayatımızın en önemli olgularından biri.
AK Parti, Ağustos 2001’de kuruldu ve kuruluşundan sadece 15 ay sonra tek başına iktidarı kazandı. Bu bir seçmen yanılgısı, bir iletişim kazası değildi. Onu, 2007 seçimlerindeki açık ara üstünlük izledi. Bu esnada yapılan iki mahalli seçimde ve bir referandumda da seçmen AK Parti’ye açık desteğini belli etti. İki ay sonraki seçimlerin galibi de büyük ihtimalle aynı parti olacak.
Çiçeği burnunda bir parti, hangi şartlar altında orta vadede böyle bir başarı gösterebilir; buna mukabil siyasetin temel aktörleri sayabileceğimiz CHP, MHP, DP, DSP gibi partiler nasıl olur da daha seçimler bile yapılmadan seçimi kazanmak değil, varlıklarını korumak endişesine kapılabilirler?
VERİLEN DESTEK, KURUM
KİMLİĞİNİN ÖNÜNDEDİR
AK Parti, bu yıl 10 yaşına basacak; ancak daha ilk yılında (o tarih itibariyle) 70 küsur yaşındaki CHP’yi, 30 küsur yaşındaki MHP’yi, ondan daha eski bir geleneğin devamı ANAP, DP gibi merkez sağ partileri geride bırakmayı başarabildi. AK Parti’nin ne kurum kimliği, ne de partili profili netleşmiş bile değildi. Bugün itibariyle seçmenleri, AK Parti’ye destek vereceklerini söyleseler bile kendilerini bir “AK Partili” olarak nitelemekte rahat davranamıyorlar; partinin ideolojik yerini ve siyaset felsefesini belirlemek için gösterilen onca gayrete rağmen kamuoyundaki AK Parti desteği, AK Parti’nin kurum yapısından daha önde duruyor. Bu garip durum bana AK Parti’ye verilen desteğin, her seçim dönemi için geçici bir mahiyet taşıdığını düşündürüyor.
AK PARTİ, KONJONKTÜR PARTİSİ Mİ?
AK Parti bir konjonktür partisi midir? Pekâlâ olabilir; çünkü AK Parti’nin başarısında konjonktür gelişmelerinin büyük payı oldu. 2002 seçimlerinde, bir önceki iktidarın uyumsuz yapısı ve feci ekonomik politikalarını cezalandırmak arzusu yanında 28 Şubat sürecine gösterilen tepkinin büyük hissesi var; AK Parti bu noktada denenebilecek en ümit verici ihtimal olarak göründü ve destek kazandı. 2007 seçimlerinin ayrıntıları hâlâ hafızalarda; Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda ordunun, yargının ve CHP’nin paraleline düşen bazı merkez sağ partilerinin çıkardığı engelleme çabaları kamuoyunda öfkeye dönüştü ve AK Parti bu defa rakiplerinin enerjisiyle yükselen bir parti olarak göründü. İki ay sonra yapılacak seçimlerin temel belirleyicisi, Ergenekon ve onun paralelindeki diğer davalardır ve AK Parti’ye üçüncü seçim başarısını getirmesi beklenen unsur da budur.
Bu arada hükümetin, 9 yıllık icraatı esnasında seleflerine nazaran pek çok konuda daha başarılı olduğunu da insafla hatırlamalıyız.
Ortalık yerde duran ve biraz dikkatle bakan herkesin görebileceği bu hususlara sadece CHP ve MHP’nin yokmuş gibi davranması gariptir. Bu partiler, geçen on sene içindeki parti performansını özeleştiriye tâbi tutmaksızın AK Parti’yi, Türkiye’yi geriye götürmeye uğraşmakla; laikçi hayat tarzını tehdit etmekle, ülkeyi bölmekle, yargıyı ve orduyu güçsüzleştirmekle suçlayarak muhalefetlerini AK Parti’nin kötülüğü ve zararları üzerine kuruyorlar. Bu tarz siyasetin seçmen tarafından beğenilmediği seçim sonuçlarından bellidir; en azından CHP’li ve MHP’li sadık taraftar kitlesinin desteği, partilerini daha yukarılara, iktidara taşıyacak miktara ulaşamıyor. Geniş halk desteğiyle iktidara, asırlık veya yarım yüzyıllık siyaset çınarları değil, 10 senelik yeni bir kuruluş erişebiliyor. AK Parti’nin kurum kimliği zayıf ve henüz teşekkül safhasında, buna mukabil muhalefet partilerinin sadece amblemlerinin bile marka değeri çok büyük. AK Parti’nin kemikleşmiş bir seçmen kitlesi olup olmadığı henüz bilinmiyor; buna karşılık CHP için yüzde 20, MHP için yüzde 10 rakamları “sadık partili” limitleridir. Kâğıt üzerinde CHP ve MHP daha çok “parti”yi andırıyorlar, AK Parti ise partiye oy verenlerin bile açık açık “Ben AK Partiliyim arkadaş” diyemediği hâlde başarılı olabilen, henüz kuruluş safhasını tamamlamaya uğraşan bir heyet görünümünde.
AK PARTİ TARAFTARLARI NİÇİN
DESTEK ÖZÜRLÜ GİBİ GÖRÜNÜYOR?
“AK Partili olmak”, seçmen için hâlâ, “CHP’li olmak” türünden kolaylıkla kabullenilecek ve sahip çıkılacak bir kimlik değil. Bunda basın-yayın organlarındaki gizli ve açık CHP taraftarlarının büyük hissesi ve psikolojik baskısı var. Meselâ bir yazar, sanatçı, oyuncu, sporcu veya iş adamı için CHP’lilik kolaylıkla sahiplenilecek bir özelliktir çünkü bütün medyalarda tabii ve kişiyi onurlandırıcı bir tercih olarak gösterilmektedir. Buna mukabil AK Partililik o kadar kolay sahiplenilemiyor. İşin ucunda “yandaş, iktidar yalakası, devleti ele geçirmeye çalışan kötü niyetli biri” gibi görünmek kaygısı ağır basıyor. Bu yüzden AK Partililik, hâlâ kamuya açık alanlarda savunulan ve sahip çıkılan bir durum olamadı; buna mukabil, -ilginçtir- partiye duyulan aidiyet, en net şekilde seçim sandığı başında netleşen bir tercih oluyor.
CHP’nin son kurultayında masaların üzerine çıkıp alkış tutarak CHP’deki değişimi alkışlayan gazete yazarları görüldü; meselâ bu hâlin simetrisini karşı cenahta görmek mümkün değildir. AK Parti’den adaylığı kesinleşen yazarlar bile o derece “partizan” bir görüntü vermenin doğru olmadığı inancıyla daha ölçülü davranmak lüzumu hissediyorlar. CHP yandaşı basın kuruluşları, AK Parti’yi desteklemenin, alenen itiraf edilemeyecek derecede özürlü bir tutum olduğu propagandasında çok başarılılar.
Bu durum AK Parti yöneticileri için, şimdilik pratik avantajlar sağlayan bir hâlmiş gibi görünse de aslında psikolojik bir eşik teşkil ediyor. Eşiği aşmaktan anlaşılması gereken, “Başbakanın uçağına binebilen imtiyazlı gazeteciler” olmamalıdır ama; bilakis toplumda AK Partili kimliğin açıklanmasını kolaylaştıracak türden halkla ilişkiler çalışması yapılması gerekiyor zannederim.
Sözün sonunda, bu garip durumu izah edebilecek bir tespitte bulunalım: AK parti, yaşadığımız hadiseler sebebiyle aslen AK Partili olmayanların da büyük oranda destekledikleri, kendilerini desteklemek zorunda hissettikleri bir partidir; kamuoyuna açık yerlerde yeterince sahiplenilmemesinin ardında bu gerçek var. Bazen cesur, bazen mütereddit adımlarla AK Parti, Türkiye’nin askerî vesâyetten kurtulması, ekonomi yönetiminin disiplin kazanması, devlet içindeki çetelerin temizlenmesi, hatta genç kuşaklara “ezeli” bir dertmiş gibi görünen Kürt meselesinin çözümlenmesi konularında öncü ve devrimci adımlar attı ve ihtiyacı olan desteği buldu. Eğer, Cumhuriyet’in 100. yılında da olmak niyetleri varsa, yaşadıkları 10 yılı bu bakımdan iyi değerlendirmeleri gerekir diye düşünüyorum.