AK parti kapatılır mı, "Yok canım daha neler" mi?

"Erken seçimi hangi tarihte yapalım, yaylacıların, erbâb-ı plâjın ahvali ne olacak, tek sandık mı çift sandık mı" patırtıları arasında şimdilik pek hâtıra gelmeyen taş gibi bir olguyla karşı karşıyayız.

Anayasa Mahkemesi 27 Nisan günü Meclis'in yaptığı Cumhurbaşkanlığı oylamasının ilk turunu geçersiz saydı ve toplantı yeter sayısının üçte iki, yani 367 olması gerektiğini hükme bağladı. O dakikadan itibaren kararın siyasi yansımaları ile meşgul olduğumuz için işin hukuki tarafı henüz gündeme gelmedi. Zaten bilebildiğim kadarıyla Mahkeme, 1 Mayıs'ta aldığı tarihi karar hakkında gerekçelerini henüz açıklamadı. Mahkeme'nin web sitesindeki basın açıklamaları butonunda konuyla ilgili tek metin, Baykal ve Erdoğan'ın Mahkeme kararıyla ilgili yorumlarına gösterilen kurum tepkisinden ibaret. Sitenin basın açıklamaları kısmında ise, Mahkeme'nin otopark girişi hakkında Hürriyet gazetesinin geçen sene yaptığı habere verilen bir cevap bulunuyor.

Mahkeme'nin web sitesinde henüz yer almamış görünüyorsa da bu karar, öyle zannediyorum ki, kuruluşundan bu yana geçen 45 sene zarfında aldığı en mühim ve kritik karardır; zira bu kararla Evren hariç (çünkü onun oylaması pek demokratik ve çoğulcu bir ortamda yapıldığı için üzerine tüy bile kondurulamaz!) Özal, Demirel ve Sezer'in Cumhurbaşkanı sıfatı ile yaptığı bütün işlemler tartışmalı hale gelmiş bulunuyor. Kararın gelecekteki işlemleri bağladığı kesin ise de mâkabline şâmil olup olmadığını da bilmiyoruz; büyük ihtimal geriye yürütülmeyecektir ve o zaman ilk turda sadece 281 oy alabilen Sayın Ahmet Necdet Sezer'in 1 Mayıs 2000 tarihinde 314 oyda kaldığı için 2. tur oylamadan sonra çekilip çekilmeyeceğini soran gazetecilere, "Çekilmeyi düşünmüyorum. Bunları nereden çıkarıyorlar anlamıyorum" şeklindeki beyanı tarihi bir hâtıra olarak kalacaktır, zira bilindiği gibi Abdullah Gül, önceki gün 357 oy almasına rağmen çekilerek, kendince bir başka içtihat kapısı aralamıştı!

Basit seviyede yurttaşlık bilgisi dersi görmüş herkes biliyor ki bir hukuk devletinde mahkeme kararlarına herkes uymak, saygı göstermek zorundadır; ancak itaat ve saygı şartlarının ötesinde bir de tenkid müessesesi var. Bu müessese, sadece hukukçu akademisyenlerin mesleki dergilerde kaleme alacakları ilmi tahlillerden ibaret değil; memleketin bilumum kıraathanelerinde, evlerde, özel sohbetlerde, çarşıda, pazarda, maçta, otobüste, işlerinde vatandaş kendi cirmince bu kararı ölçüp biçiyor ve hakkında bir hüküm veriyor. Çoğunluğu itibariyle mahkeme kararının sıradan vatandaşların vicdanında pek de müsbet yankılara yol açmadığını bilmek için müneccim olmaya lüzum yok.

1 Mayıs 2007 tarihi, Cumhuriyet'in tarihinde önemli bir gün oldu. Bugünün gençleri, çok zaman sonra bu tarihi, "oyunun tam ortasında kuralların değiştirildiği gün" olarak hatırlayacaklardır.

Şimdi bir belirsizlik gayyâsında debelenmekteyiz: Öyle bir fiili durum ortaya çıktı ki, ülkenin en muteber hukukçuları bile, iki gün sonrasını görmekte zorlanıyorlar. Anayasa ve kanunların öngördüğü süreçler birbirine karıştı. Yeni cumhurbaşkanının hangi tarihte, kim tarafından, nasıl seçileceğini; seçimlerin hangi tarihte ve hangi usulle yapılacağını kimse bilmiyor. Hukuk, öngörmeye yarar diye biliyorduk halbuki!..

Ve halk arasında bugünlerde gezinmekte olan bir dedikodudan bahsetmeliyiz son olarak: "Taş gibi Anayasa maddesi (102 kasdediliyor) işlemez hale getirildikten sonra bunların, önümüzdeki günleri iktidar partisini mahkemeye verip kapattırmamaları için sebep yok" deniliyor. Bazıları bu hususta, "Kapattırırlar! Yok canım kapattıramazlar, daha neler" diye iddiaya bile girmekteler. "Kapattırırlar" diyenlerin tezi şu: "Seçimde en az % 50 oy alacağı bilinen bir partiyi seçime sokmak akıl kârı mıdır?"

Benim aklım karıştı; biraz da sizinki karışsın bakalım.


Kaynak (Arşiv)