Ahmet Rifat Çalıka'nın hâtırasına saygı

Ahmet Rıfat Çalıka, Birinci Meclis'in Adliye vekili. Henüz 27 yaşındayken Kayseri Belediye reisliği yapmış, 33 yaşında da Kayseri vekili olarak ilk Meclis'te bulunmuş; mecliste "kader" onu "İkinci grup" saflarına sürükleyince, ikinci meclise seçilememiş. Çoğumuzun bilmediği bu garip hikâye böyle başlıyor.

Ahmet Rıfat Bey'in hâtıraları, oğlu Hurşit Çalıka tarafından 1992 yılında, kendi gayretleriyle yayınlandı; basıldığı matbaanın adı yok. Kitabı bilen de yok. İnternette sadece Taraf'ta Ayşe Hür'ün yazdığı bir yazı kapsamında adı geçiyor. Bir nevi mâlum meçhûl!

Kitapta, Çalıka'nın kendi kaleminden çıkan metinlerle tesadüfen ve keyfe mâ-yeşâ karşılaşıyoruz desek yeridir. Oğul Hurşit Çalıka, hâtırâtın lüzum görmediği yerlerini yayından çıkarmış; uygun gördüğü yerlerde babasının davranışlarını izah eden, savunan notlar ilâve etmiş ama bu haliyle bile yine de çok önemli bir kaynak sayılır. Eğer Hurşit Bey veya onun vârisleri yaşıyorsa, bu kaydadeğer eserin ilmî usûllere göre yeniden yayınlanması ve bu esnada kırpıntı-kesintiye yer verilmeden aslî imlâsına riayet edilmesini, yakın tarihimiz adına kendilerinden hasseten ve önemle ricâ ederiz.

Ahmet Rıfat Bey, devrin tâbiriyle siyaseten "menkup" (Gözden düşmüş, ikbâli kararmış) hale geldikten sonra resmî görev kabul etmeyerek memleketi Kayseri'ye çekiliyor ve hayatının hatâsını yapıyor; zira resmi göreve isteksizlik, gizli niyet ve fesat peşinde olduğunun karînesi sanılacaktır. Hayli zaman sessiz ve işsiz kaldıktan sonra 1927'de Bünyan ilçesinde ortaklarıyla beraber bir yün iplik fabrikası kurmaya teşebbüs ediyor; bu fabrikanın hisseleri zamanla Sümerbank tarafından satın alınıyor fakat Rıfat Bey fabrika müdürü olarak görevinde kalıyor ve istemeden de olsa devlet memuru statüsüne geçiyor.

1934 yılında Atatürk'ün Kayseri ziyareti esnasında akşam sofrasında Bünyan fabrikası ve Rıfat Bey konusu gündeme gelince sofradakilerin ifadesine göre Atatürk, Rıfat Bey'in mecliste kendisine muhalefet edenlerden olduğunu belirterek "Defedin" meâlinde bir emir veriyor. Ertesi gün Kayseri valisi Nazmi Toker, Rıfat Bey'i makamına çağırtıyor, fabrikadaki görevine ilaveten Kızılay Başkanlığından da istifa ettiğine dair bir kâğıt imzalattıktan sonra yazıyı alelacele istasyona yetiştirip, emrin yerine getirildiği tekmilini veriyor.

Oğlu Hurşit Bey, her ne kadar babasıyla Atatürk arasındaki iyi ilişkileri savunmak gibi bir tutum içinde olsa da o günleri şöyle anlatıyor: "O günlerde babamın ciddi şekilde hayatından endişe ettiğini ve bazı dostlarının uyarısı ile Cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğine 'Cezamı kâfi görün' anlamında bir mektup yolladığını anımsıyorum. Bu olayın ertesi gününden başlayarak önemli bazı tarihi belge ve notlarını yakmış olduğu da hatırladıklarım arasındadır (s.163)."

Ne var ki hikâye burada bitmiyor: 1938'e kadar Rıfat Bey, Kayseri Vilayeti ve polisinin sıcak (!) ilgisine mazhar kalıyor. Bu arada 3,5 yıl önce ayrıldığı fabrikanın 9 bin liralık emlâk vergisi için adresine haciz memuru yollanıyor; o tarihte lise talebesi olan oğlu Hurşit'in Kayseri meydanındaki Atatürk heykelini müzeye kaldıracağına dair iftiralarla yüzyüze geliyor. Talas'taki evine, Erzincan felaketzedelerinin iskânı adına el konuluyor, vs, vs...

1 Ağustos 1937'de şöyle yazıyor defterine Ahmet Rıfat Bey: "Hergün nefsime karşı biraz alçalıyorum, küçülüyorum. Bakalım bu durum mezarın çukuruna kadar sürecek mi? Şerefli ölüm: Neredesin? Çocuklarımı yetiştirme sorumluluğu üzerimde olmasa!.." Neydi acaba Rıfat Bey'e şerefli ölümü özlettirecek baskı ortamı?

Ahmet Rıfat Bey 1962'de vefat edene kadar siyasetle hiç ilgilenmemiş bile; aradan geçen 50 sene, itibarının iadesi için artık kâfi değil midir aziz Kayserililer?


Kaynak (Arşiv)