Ağır ol petroit!

Sözün aslı şöyle imiş: "Patriotism is the last refuge of a scaundrel". Samuel Johnson, bu sözü 7 Nisan 1775'te, herhalde bir konuşma esnasında irticâlen söylemiş; Türkçede "Vatanseverlik, alçakların son kalesidir" diye biliniyor.

Johnson'un çağdaşlarından bir düşünür, bu ünlü cümleyi yorumlarken, "burada vatanseverliğin olumlu anlamı yargılanmıyor; kötüye kullanılması eleştiriliyor" demiş; aslında bu izahı yapmasına gerek bile yoktu; söz son derece açık fakat "patriotism", yani vatanseverlik kavramı, içine aslında murad edilmeyenleri de sığdırabilen geniş bir ilticâ yeri. Kimse durup dururken bir "vatansever"in diline düşmek, hışmına uğramak istemez çünkü "patriot"ların muhaliflerine revâ gördüğü eleştirinin hafifi, işbirlikçi gafilden başlayıp vatan hainine kadar gider. Dünyanın en hazin savunması ise aslında vatanından hoşnud kimselerin, böylesi pis ithamlar karşısında ne kadar vatansever olduklarını isbat etmek için müdafaa pozisyonuna düşmeleridir.

Berbat bir duygudur; ucundan kenarından başına gelenler bilir: Birileri çıkıp sizi işbirlikçi, vatan hainleri ile düşüp kalkan, milli çıkarları umursamayan, rejim aleyhtarı, anayasa düşmanı, hatta ve hatta cumhuriyet muhalifi olmakla suçladığında öyle bir infiale kapılırsınız ki, kendinizi savunmak yerine "tamam be, sen öyle biliyorsan öyle olsun" demek geçer içinizden; diyemezsiniz. Necip Fâzıl merhumun, "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısraı işte bu hâleti anlatır.

Bu tür vatanseverliğin parolası, Fransız İhtilâli'nden beri değişmedi ve maalesef hâlâ işe yarıyor: "Vatan tehlikede!" Son günlerde bu mânâya gelen ürkütücü sinyallerinin hangi sıklık ve büyüklükte, kimler tarafından yayınlandığı dikkatinizden kaçmamış olsa gerektir; "Tehlikenin farkında mısınız?" diyorlardı hani! Vatanın tehlikede olması demek, hukuk, nizam, prosedür, demokrasi, parlamento gibi işleri aksatıcı kavram ve kurumların devre dışı bırakılmasını mâzur gösterebilecek en etkili -ve tabii ki âcil- fiili durumdur: "Hainler vatanı parsel parsel satarken, düşmanla işbirliği yaparken, bizi can evinden vururken" bu gibi prosedürlere riayet etmek, onların mantığına göre düşmana hizmet etmekle aynı kapıya çıkar. İşin garibi, bu tırnak içindeki "vatansever" takımından gayrı bilcümle kurum ve kuruluşların derin bir gaflet içinde horuldayıp durmakta oluşlarıdır; artık gayret dayıya düşmüştür ve vatanseverler, kötü gidişata bir dur deme ihtiyacıyla duruma el koyarak ülkeyi gıdım gıdım kurtarmaya başlarlar.

Meşrutiyet meclisinde vaktiyle sıkı İttihatçı iken muhalif duruma düşen şaşkın ve düşkün siyasilerden biri bu durumu vaktiyle şöyle anlatmıştı: "Kalkın ey ehl-i vatan dediler; kalktık, sonra baktık ki yerimize oturmuşlar!"

Vatanın tehlikede olması demek, her vasıtanın meşru, her tedbirin haklı, her şenaat ve cürmün mâkul sayıldığı bir olağanüstülük şartlarına herkesin itaat etmesi demektir; komite lazımsa kurulur, suç örgütü gerekiyorsa teşkil edilir, para yoksa haraçla sızdırılır, icabında soygun yapılır, "vergi kesilir", racon konulur; böyle hallerde suç, suç olmaktan çıkar, "vatani hizmet" şekline bürünür. Dost-düşman listeleri yayınlanır, kanaat terörü estirilir!..

Mustafa Kemal Paşa'nın Milli Mücadele'de gösterdiği en önemli siyasi ve askeri başarı, olmuş armut gibi Anadolu içlerinde kendisine nihai bir kötek çekilmesini bekleyen Yunan Ordusu'nu safdışı bırakmaktan çok, önceleri gayet vatanperver bir maksatla teşkil edilmiş iken sonraları giderek çeteleşen, racon kesen, sorgusuz adam asan; Milli Mücadele'yi gönülden destekleyen ahaliye vergi üstüne vergi, angarya üstüne angarya salarak canından bezdiren o meşhur Kuvva-yı Milliye çetelerini tasfiye ederek yerini düzenli ordu, jandarma ve polis kuvvetiyle ikame etmek olmuştu.

Bilumum efelerin, kızanların, reislerin, kendilerince "yeniden milli mücadele" senaryosu yazarak kuvvacılığa soyunanların Milli Mücadele'de düzenli orduya geçiş sıkıntılarını şöyle iyice okumalarında fayda var; çünkü âkıbetleri orada ayan-beyan yazıyor.


Kaynak (Arşiv)