Ağır ol!
İsrail’in düşmanlığını celbetmek, bütün sonuçları itibarıyl kontrol edilebilir veya temennî edilebilir bir şey değil elbette; aynı şeyi “İsrail’in dostluğu” kavramı hakkında da söyleyebiliriz üç aşağı beş yukarı.
Şimdiye kadar hiçbir devletten özür dilememişler! Biz böyle rekorlara bayılırız; “millî” gururumuz, “bir ilki daha gerçekleştirmiş olmanın verdiği heyecanla” tavana çıkar, kendi kendimizi “Daha ne olsun be birader, daha ne olsun, adamların burnu sürtülmüş ki özür diliyorlar işte; keyfini çıkar şu ânın, bırak hesap yapmayı” diye hafif tertip azarlarız.
Her ortalama vatandaş gibi İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi hoşuma gitti ama niçin gizleyim, “Ardından ne gelecek?” düşüncesi de huzursuzlandırdı. Mağrur, küstah, hattâ mütecaviz bir vücut dili kullanmayı pek seven İsrail’e, Türkiye’den özür dilemek gibi büyük bir psikolojik eşiği aşmaya zorlayan sebeplerin ne olabileceğini düşündükçe sevinmek yerine tedirgin oluyorum.
İsrail, “Türk halkına ve yönetimine karşı çok ayıp ettik; bu terbiyesizliğin mânevî ezâsı yüzünden uyku tutmaz oldu, aynaya bile bakamaz olduk” diyerek özür dilemez; bu kadarını biraz gazete okuyan herkes bilir. İsrail’in kısacık tarihinde bir ilk teşkil eden bu önemli özür karşılığında Türkiye’den beklenen şey, herhalde, “Türkiye ile dostluk bağlarının yeniden tesisi ve güçlendirilmesi” gibi romantik bir retorikten ibaret değildir. İsrail, bizden önemli bir beklenti içinde olmalı...
Açıkça belli ki, özür dilenmesinde çok önemli bir siyasî zaruretin ağırlığı var. Onlar için hayatî derecede kaçınılmaz gereklilik teşkil eden sebep, Türkiye için aynı derecede hayırhah mıdır? Kısacık Türkiye-İsrail ilişkileri tarihinde bu iki devleti de aynı hayırlı maksat etrafında birleştiren bir hadise hatırlamıyorum. 90’lı yıllarda pek cömert bir devlet aklı tarafından imzalanan çoğu askerî nitelikli işbirliği anlaşmalarını unutmuş değilim elbette; o anlaşmalar çerçevesinde yapılan alışverişin yekûnunu bilmiyoruz henüz. Garip anlaşmalardı onlar.
İsrail’in düşmanı olmak elbette arzulanmaz, fakat dostu olmak aynı derecede arzulanır bir şey midir, şüpheliyim. Ülkeler arasında farazî bir anket yapılsa, hiç kimse İsrail’le komşu olmayı tercih etmez çünkü.
Bu fiyakalı özrün bizde lüzumsuz bir civanmertlik edâsına, asılsız bir iyimserlik hissine ve reel-politik gelişmelerin baskısıyla yönlendirilmiş bir cömertliğe yol açmamasını diliyorum. Şimdilik sadece kalplerimizi ve gururumuzu okşayan İsrail jestinin Ortadoğu’da huzuru bozacak, kan dökülmesine sebep olacak ve harita değişikliği intâc edecek yeni bir işbirliğine dönüşmemesini kuvvetle temennî ediyorum.
İsrail, şu fikr-i âcizâneme göre arada daima anlamlı bir serinlik mesafesi mahfuz tutularak diplomatik münasebet kurulacak bir devlettir. Bu mesafenin kopmasına ve gereğinden fazla yakınlaşmasına rıza göstermemek gerekir. Sıfır noktasına gelerek kopan ilişkilerden sonra yeni münasebetin çerçevesini ve mesafelerini ayarlamak Türkiye’nin elinde. Bu noktada İsrail ve ABD lehine mükrim davranmanın hiç de âlemi yok bana göre.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni romantik dönem, taze bir bahar iklimine gerekmiyor. Serinkanlı, Frenk tâbiriyle “Cool” durmalı! Başlayacak yeni dönemde ilişkilerin nirengisini, İsrail’in abluka ve baskı altında tuttuğu Filistin ahalisinin menfaatleri tayin etmelidir; İsrail ve onun stratejik ortağı ABD’nin Ortadoğu’daki stratejik çıkar hesapları değil.
Ümid ederim ki bu özür jesti, Malatya’daki NATO gözleme tesisinde ve birkaç ay evvel sınır mıntıkalarına yerleştirilen Patriot bataryaları civarında tehlikeli hareketlenmelere yol açmaz; öyle çıkarsa hayal kırıklığı derin olur.