Ağanın çobanla dansı
PKK si-lâh-lı bir örgüt! Türkiye’nin dağlarında binlerce ‘gerilla’sı var; bu, havanı, roketatarı, ağır makineli tüfeği, hatta uçaksavarıyla herkesin bildiği bir ‘sır’. Bir hayır teşkilâtı, bir sivil toplum örgütü değil.
Dolayısıyla, “Ne işin vardı senin Diyadin kırsalındaki ağaç dikme şöleninde?” sorusu komiktir. O sorunun vakti çoktaan geçti. Devlet, PKK’yı altedemediği içindir ki önce gizliden, sonra açıkça bu silâhlı örgütle masaya oturup bükemediği bilekle tokalaşmayı seçti. Bu andan itibaren ‘çözüm plânı’ çerçevesinde PKK, fiilen bir meşrûlaşma dönemine girdi. Doğuda bazı mıntıka ve ilçelerde alan hâkimiyeti sağlamasına, vergi toplamasına, mahkeme kurmasına ve hatta kendince ‘kamu düzeni’ sağlamasına göz yumuldu. PKK ile çatışmaya girmek konusunda TSK’nın inisiyatifi valiliklere, Jandarma ise İçişleri’nin denetimine verildi. Ergenekon ve Balyoz davalarında kredisi kırılan ordu, vesâyet imtiyazlarının birer birer elinden alınmasına rıza gösterdi.
İşte o yüzden Diyadin’deki hadiseye durup dururken Ağrı Valiliği’nin direktifiyle müdahale edilmesi çok önemli bir noktadır. Başbakan yardımcısı Akdoğan’ın sözlerini bu perspektifle yeniden okuyalım: “Siyasal rekabete baskı, şiddet ve silah karıştırmak, halkın iradesine zorla ipotek koymaya çalışmak kabul edilemez. Kamu düzenine, seçim güvenliğine ve millet huzuruna yönelik girişimlere müsamaha gösterilemez.” Bu sözler anayasal çerçevede ve kâğıt üzerindeki literal ifâdesiyle doğrudur fakat AKP pratiği ile açıkça çelişiyor. Devlet olmanın gereği, egemenlik haklarını anayasa dışında hiçbir şahıs ve kuruluşla paylaşmamaktır. Değil PKK’nın artık ‘tugay’ hacmine ulaşmış silahlı birlikleri, kız kaçırdığı için kırma av tüfeğiyle dağda gezen gözükara bir çoban bile bu mantık açısından kamu düzenini ihlâl ediyor demektir. Devlet olmanın gereği o çobanı yakalayıp âdil şekilde yargılamayı icab ettirir. Vaziyet şu: Çobanı yakalayamıyor, elinden tüfeğini alıp caydıramıyorsunuz, ağanın köyü civarında boy gösterip racon kesmesine, azık tedarik etmesine, köylüyü haraca bağlamasına da ses çıkarmıyor hatta yarım yamalak bir edayla, “Gel teslim ol kurban, yaparız senin için bir güzellik, hatta yavuklunla düğün bile kurarız; hele şu seçimler geçsin hele bir” diyorsunuz ama çoban jandarmayla çatıştığında, “Senin orada ne işin var, kamu düzenini bozarsan ağzına biber sürerim” diye çobanı tribünlere şikâyet ediyorsunuz.
Sahnede silah görünüyorsa oyunun bir yerinde mutlaka patlar!
Barışa karar vermek zordu; AKP zor olanı seçti, kutladık ama barışı tesis etmek daha zor. AKP bu süreci yönetemedi, çözümü seçime endeksleyip yüzüne gözüne bulaştırdı. En basit adımları bile oya dönüştürmek için ağırdan aldı ve bu esnada hep Kürt oylarıyla, MHP’ye yönelebilecek milliyetçi seçmenleri bir arada tutma hesabı güttü. Diyadin’de olup bitenler bu sakar ve samimiyetsiz politikanın sonudur. Kürtler tarihte ilk defa siyasetin merkezinde meşru bir kurum olarak yer tutabileceklerini gördüler. Muhafazakâr Kürt seçmeni bu samimiyetsizliği, meşrû Kürt partisine yönelerek cezalandırırken milliyetçi seçmenler de asıl partisine rücû etmekte. Paniğin sebebi bu.
PKK si-lâh-lı bir örgüt arkadaşlar; karşınızda ‘Paralelciler’ gibi doğru dürüst küfür etmesini bile beceremeyen, infiâlini secdede gözyaşlarıyla yıkayan insanlar yok; öyle olsa şu meşhur “17-25 darbesi”nden bu kadar kolay sıyrılabilmek mümkün olur muydu? Paraleli mahvetmek uğruna hukuk devletini yerle bir ettiniz fakat dağdaki gözükara çobana lâf anlatmanın o kadar kolay olmadığını acı da olsa görüyorsunuz.
Diyadin olayı keşke hiç olmasaydı; meseleyi hemen seçimle ilişkilendirerek suçüstünde yakalandınız, bir yerde ve zararlı çıktınız; eğer yanılmıyorsam kamuoyu şu anda hiç olmadığı kadar çözüm’ün Kürt tarafına karşı sempatik ve empatik bir hissî beraberlik içindedir. Bu raddeden sonra HDP’nin baraj korkusu yaşayacağını zannetmem.