Afrodit'in bağırsakları ve korkunun babaları

Afrodit'in bağırsakları 24 şubatta ortaya döküldü; Türk siyasetinin mahşer gününde, yeniden seçilmeyi cepte keklik sayanlar hariç, hemen herkes asli kimliğinin en mahrem ayrıntılarını bile saklamayı akla getirmeksizin "tabii" davranmak zorunda kaldı. Seyircisi olmaya mahkum bulunduğumuz şu can sıkıcı oyunun kulis koridorlarından, soyunma ve makyaj odalarından yükselen aşina cayırtılara bıyık altından tebessüm edip geçtik.

Büyüklerimiz, bizde mahşer gününün dehşet ve azametini canlandırmak için, "ananın evladını, Mecnun'un Leyla'yı hatırına getirmeksizin nefsinin derdine düşeceği gün" diye tasvirde bulunurlardı. 24 şubat akşamı yükselen feryatları hatırladıkça yaptığım benzetmenin hiç de yakışıksız düşmediğini görüyorum. O günün kaybedenleri, sanki hesap gününde tartıda eksik bulunmuş gibi ye's içindeydiler, kazananlar ise "demokrasi güzel şey azizim" havasındaydılar. Doğrusu bu hengamede kaale alınmayan yegane taraf, bazılarının, eşine ender tesadüf edilir bir kara mizah belagatiyle ortaya attığı o meşhur tabirle tavsif edilen "sessiz çoğunluk"tu. Seçim çoktan sona ermiş, zarlar atılmış, parsa bölüşülmüş gibi bir maç sonu atmosferi hakimdi o gün Türkiye'ye.

Bir seçime daha, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu'nda behemahal yapılması gereken değişiklikleri, çıkmaz ayın son çarşambasına erteleyerek gidiyoruz. 95 seçimlerinden bu yana milli iradenin en sahih bir tarzda tecelli etmesini sağlayacak en küçük bir iyileştirme bile yapılmadı; pekala yapılabileceği halde kasd-ı mahsus ile yapılmadı. Filmin "esas oğlan"ları aynı, melodram senaryosu aynı, figüran kadrosu, set ekibi, rejisör ve yapımcı da aynı. Bu değişmezlik tablosu içinde biz "sessiz çoğunluk"un kanaatlerini değiştirmesi bekleniyor sadece. Ama bizim filmi seyretmemek yerine o günü aylaklıkla geçirme hakkımız bile bulunmuyor; oy kullanmamak, yine antidemokratik bir uygulama ile suç kabul ediliyor. Böyle bir vasatta seçimlerden ümitvar olmak için hayli iyimserlik gerekiyor ve bizim için iyimserlik yegane düşünce tarzı olarak kendini dayatmakta.

1995 yılında yapılan genel seçimlerin sonuçlarını tahlil eden bir yazıda, Türkiye'de mevcut bulunan siyasi partilerin, milli iradeyi yansıtmak bakımından "sahih" kuruluşlar olmadıklarını ileri sürmüştüm; milli iradeyi aynen aksettirmek yerine ancak muğlaklaştırmaya yarayan bu siyasi ıskalanın, geçen dört yılda ne kadar değiştiğini takdir edersiniz. 18 nisan seçimlerinden sonra yine buna benzer bir yorumda ısrar edeceğimi tahmin ederim. Geçen koca dört yıl zarfında dünya çapında değişmeyen iki şeyden bahsedilebilir: İnsanın tabiatı ve Türkiye'nin siyasi parti ıskalası. Mevcudiyetini adeta "sit alanı" veya "ecdad yadigarı" cinsinden bir korumacılık hassasiyeti ile muhafaza ettiğimiz bu ıskalanın "esas oğlan"ları, her şey değişirken, kendileri gibi kalmayı başardılar; hezar tebrik!

Afrodit'in bağırsaklarını, bir enstantaneye münhasır kalmış olsa bile 24 şubat tarihinde bir kere daha gördük ve anladık ki, ıskalanın en solundan en sağına kadar bütün siyaset ekabiri, aslında statükoculuk kavramına adanmış birer heykelden ibarettir; değişik bir nokta-i nazardan bakılırsa elbette birer san'at eseri: Ehramlar ve Ebü'l-Hevl, yani sfenksler gibi (Ebü'l Hevl, yani "Korkunun Babası").

Bana kalırsa Türk toplumu manzaranın farkında ve önündeki engelleri, siyasi yapılanmaya rağmen aşarak yürümeye devam ediyor. Aydın sınıfının "hace-i evvel" kisvesine soyunduğu ve bu misyonu hak ettiği devirler geride kaldı; Türk toplumu, siyaset ekabirini de sırtlanıp taşıyarak mesafe kat ediyor.


Kaynak (Arşiv)