Adına kurban be hocam!..

Gazeteci Nuran Çakmakçı, Hürriyet'in pazar ekinde İTÜ Rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin'le çok güzel, ufuk açıcı bir mülakat yapmış. Kendi ifadesine göre Prof. Şahin'i seçim esnasında en çok hak etmediği suçlamalar üzmüş.

"Muhafazakâr olduğum, AK Parti'ye yakın olduğum şeklindeki isnadlar beni rahatsız etti" deyince Çakmakçı, "değil misiniz?" diye soruyor,

-Tabii ki değilim. Ben sosyal demokratım; Atatürkçü laikim. Ailecek öyleyiz. Oysa eşimin kapalı olduğu bile söylendi, diyor ve ilâve ediyor,

-Hak etmediği bir şekilde suçlanmak insanı üzer tabii. Beni bir gün caminin önünden geçerken yakalasalar, tamam diyeceğim... Halbuki benim duruşum belli. İçki içerim, hayatım boyunca hiç oruç tutmadım.

Röportajın burasında şöyle bir durakladım, kendimi bir anlığına Prof. Şahin'in yerine koyunca, bunun ne kadar tahammülfersâ bir şey olduğunu anlamaya başladım. Doğrusu anlaşılır gibi değil. Prof. Şahin hakkında, "Bu adam Rizeli, Başbakan'ın hemşehrisi, Fethullahçı, üstelik takiyyeci" diyenler seçkin, elegant bir topluluk. Alayı da akademisyen; karşı karşıya duran iki pilli cep feneri gibi hem aydınlanmış hem de aydınlatıcı bilim adamları ve bilim kadınları; öyle "kırsal kökenli", kıro, cemaatçi, tarikatçi, esnaf kılıklı şurdan burdan derlenip toparlanmış ehemmiyetsiz adamlar değiller; kendilerini kutsal bilim ülküsünün pozitif ışınımlarına göre konumlandırmış, toplumda itibar sahibi, mümtaz insanlar...

Bakınızdı hele şu trajik vaziyete: Eski İTÜ dekanlarından biri rektörlük seçimlerinden önce Şahin'in aleyhinde demiş ki, "Bunlar hedefe ulaşıncaya kadar gerekirse oruç tutmaz, içki de içerler."

Ne yapsın Prof. Şahin, akıl alacak gibi değil yahu. Ömrü boyunca içki içmiş, oruç tutmamış birisine "dinci, muhafazakâr" diye iftira atarsanız, o kişi öyle olmadığını isbat için ne yapar?

Herkesin göreceği bir yerde alenen, üstelik vakitsiz içki içse, hatta Bekri Mustafa gibi binlik şişeyi pantolonun arka cebine sokup çakırkeyf gezse bile, "numaradan yapıyor, takiyyeciye bak" derler. "Yahu kardeşim beni bir gün caminin önünden geçerken yakalasanız eyvallah" diyen bir adam, daha başkaca türlü namaz kılmadığını nasıl görünür hale getirebilir ki? Hemen kendi aralarında fiskosa başlayıp, "öyle diyor ama inanmayın; namazları kazâya terkedip gece yarısı hepsini cem'ediyordur mutlaka" demez mi bunlar.

Tekrarında faide görüyorum; bu kabil bıdı bıdıları yapanlar, öyle kasaba kıraathanelerinden toplanmış işsiz-güçsüz, câhil-cühelâ takımından değersiz insanlar değildir ha! Alayı da Akademi mâbedinin laik ve saygıdeğer keşişleridir (ruhbân diyecektim ama "ruh" kelimesine kıyamadım!) Okumuş-yazmış insanlar yani, üstelik bilim ahlâkına itaate bilâ kayd ü şart and içmiş kişiler.

Ki bunlar dedikoducu takımıdır ve elbette bu gürûhun yaptığı dedikodu, mahallede çeşme başında şunu bunu çekiştiren ilk mektepten terk ev hanımlarının güft ü gûsundan daha kaliteli olmak lâzım gelir idi fakat heyhâttır! Bunlar ki, Türkiye'deki üniversitelerin kampüslerinde metrekare başına anlamlı bir öbek teşkil edecek derecede âdilâne taksim olunmuşlardır ve bilim kariyerlerini "mehel ve münasip bir idari görev"le taçlandırmadıkça kalpleri bir türlü mutmain olmayan adamlar (ve elbette) kadınlardır; Dünya kadınlar günü kutlu olsun!

Yeni İTÜ Rektörü gam yememelidir, "yiğidin adı yese de yavuz, yemese de" sözünü ciddiye alıp bu yaştan sonra hayat tarzı değişikliğine gitmemesini temenni ediyoruz; gazetedeki cümleleri, "açık irade beyanı" hükmündedir esâsen.

Geriye kalıyor "isim" meselesi ki bizim için önemli...

Biz onun taşıdığı isme, o ismin mânâsına ve medlûlüne -alayımız birden- kurbân oluruz.


Kaynak (Arşiv)