Acele etmeyin; zaman sıkıştırılamaz!

George Orwell'in '1984' isimli fictiv eseri, toplum mühendisliği heyecanının kabus derecesine vardığı bir noktayı temsil eder; 1984, otorite ve totalitenin tersinden şaheseridir; çünkü toplum mühendisliği kavramının tabiatı otorite ve totaliteyi kutsamaktan kaçınamaz; hürriyet uğruna, daha adil ve barış dolu bir dünya uğruna zorbalığa başvurmanın kabul edilebilir bir yanı bulunmuyor; doğru ve güzel gayelere erişmek için doğru ve güzel usullere müracaat etmenin gerekliliği malum kaziyye.

Toplumu programlanması, biçimlendirilmesi ve istikamet verilmesi gereken bir yığın olarak görmek, bu hevesi besleyenlerin üslubunu da ortaya koyuyor; toplumun ürkütülmesi, sindirilmesi, şaşırtılması veya baskı altına alınması mümkün belki kısa vadede; ama bu mühendislik hesabının daha uzun vadelerde başarılı olması mümkün değil. Toplumların da kendi şahsına mahsus bir idraki ve mentalitesi var; bu idrak ve mentalite, zorbalığı, manipülasyonu ve aldatmacayı hoş görmüyor ve affetmiyor; o yüzden bütün toplum mühendisliği projeleri 'acul' vadelerde işi bitirmek endişesini taşıyor.

Bir fert olarak insanın topluma ait bir uzuv olmaktan vazgeçip de kendisini ne zaman toplum mühendisliği taktikaları kuran birisi olarak kabullenmeye başladığı doğrusu meraka değer bir dönüşüm olsa gerektir; çünkü toplum mühendisliği, enikonu topluma karşı mevzilenmek manasını da taşıyor. Bir yerde toplumun akıbeti üzerine kafa yoran herkes toplum mühendisliği hülyasına kapılmaktan kendini kurtaramamış olsa gerektir; ama bir fiili düşünmekle gerçekleştirmek arasında mühim fark var. Namık Kemal Bey merhum da, "Görmeden ölürsem millette ümmid ettiğim feyzi / Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun, ben mahzun" derken buna benzer bir hicran içinde olmalıydı; uygun istikamette esen siyasi rüzgarların önünde yer tutabilseydi, bazı nesildaşları gibi 'içtimai tabiblik'e tevessül eder miydi, bilinmez; doğrusu 'şekk ile yakin hasıl olmaz!'. Ne var ki bugün de -nadiren ince; ama genellikle kaba ve itinasız- kurmaca ve taktikalarla milleti 'adam etmeye', en azından kısa vadede belirli istikametlere sevk etmeye çalışan odakların ardında da bizim gibi sıradan insanlar var; belki biraz daha hırslı, belki biraz daha elitist, belki biraz daha obskürantist; ama insan.

Ve bu insanlar, bugün Türkiye'yi nasıl bir hengameye sürüklediklerini biliyor olmalılar; kendilerinde vehmettikleri güç, onları teshir etmiş olmalı. Akşam olup de evlerine gittiklerinde aynada, memleketinin iyiliği için samimiyetle çalışıp çabalamış bir insan sureti görüp görmedikleri de meraka değer; gaalib ihtimalle başlarını huzur içinde yastığa bırakarak günün yorgunluğunu uykuya teslim ediyor olsalar gerektir: Hatta yaptıkları iş abesle iştigalin daniskası olsa bile. Toplum mühendisliğine soyunsa bile insan, fiil ve tasavvurlarını kendi vicdanında meşrulaştırmadan kesintisiz uykulara teslim olamaz; hele işin ucunda, tarihe 'memleketi kurtaran' ekibe dahil biri olarak geçmek ihtimali de varsa...

Nasihat ve tatlı sözle birilerini tembih etmeye kalkışmak abesle iştigal, Türkiye'nin bu tehlikeli berzahtan hasarsız geçmesi ümidiyle işin kıssadan hisse faslına geçmek belki daha karlı olacak: İnsanın niteliği, şüphesiz 'zaman' kavramını idrakteki kabiliyetiyle orantılı olarak artıyor; bir insan ömrünü aşan uzun vadelerle düşünüp yarını tasarlamak, her manada 'kemalat' meselesi; meyvesine erişemeyeceğini bile bile fidan diken birinin hali gibi. Çoğumuz orta vadeciyiz; sabrın erdemine inanıyor; ama meyvesini en azından yaşarken görmeyi murad ediyoruz. Bir kısmımız ise kısa vadeci; acelesi olan insanlar bunlar. Bir yanda hiç ölmeyeceklerine dair ahmakça bir kanaat beslerken öte yanda istasyona su içmeye inmiş bir ekspres yolcusu gibi tedirgin ve kaba-saba davranabiliyorlar.

Ve iş olacağına varıyor netice itibariyle; biz ne zamanın efendisiyiz, ne de dünyanın; sadece sular değil, zaman da sıkıştırılamıyor: 'Keşke bilebilselerdi!'


Kaynak (Arşiv)