AB'ye girmeyelim; komşu olalım!
İki asırlık Batılılaşma tarihimizin yeni bir kavşak noktasındayız ve "hakikat anı" gelip çattı; dün yapılması gereken zirvenin sonuçlarından henüz haberdar değilim; bu satırların yazıldığı esnada esen havaya bakılırsa biz çoktan milletçe tercihimizi yapmış ve Avrupa Birliği'ne girmeye azmetmişiz gibi bir intiba yayılıyor. Galiba zirve, bu intibanın devlet politikası haline gelmesi için bir kararlılık gösterisi olacak.
İçimizdeki AB taraftarları yine gri propaganda usulleriyle kamuoyunun zihnini yıkama kampanyasına giriştiler: Ha bire, "AB'ye gireceğiz, dertler bitecek, yardımlar gelecek ve kemâl derecesinde demokratik bir idareye kavuşacağız" şeklinde beklentiler şırınga ediliyor. Bu lâfları ("söylemleri" değil, lâfları) duydukça iki asırlık Batılılaşma tarihimizi boşa yaşadığımız hissine kapılıyorum; ne bir tecrübe birikimi, ne de kıssadan hisse çıkarmak cehdi. Dün, "garb medeniyetini gülüyle dikeniyle isticnâs etmekte" buluyorduk devâyı, bugün ise "AB'ye duhûl" her derdimizin çâresi gibi takdim ediliyor.
Başından beri bu meselede itirazlarını ve gerekçelerini lâyıkınca duyuramamış bir gürûhun mensubu olarak, sırf kayıtlara geçsin düşüncesiyle itiraz ve gerekçelerimi dikkatlerinize bir kere daha sunmak istiyorum:
1" Avrupa Birliği, Batılı ruh ve kültürün kendi cemaati için teşkil ettiği bir kaynaşma projesidir. Bu projeye Türkiye'nin de katılması Türkiye için zül, AB üyeleri için tenezzül meselesidir.
2" Türkiye Batılılaşmakta olan bir ülkedir; "Batılı" bir ülke değildir ve asla olmayacaktır; sebebi, kanunlarımızda ifade edilmese de Türkiye'nin bir İslâm memleketi olmasıdır. İslâm, Batılı ruh ve kültürle aynı pota içinde erimeyi reddeder.
3" Her şeye rağmen AB, tenezzül ederek Türkiye'yi bünyesine katarsa ve devletin derinliklerindeki AB aleyhtarı çekirdek kadro rıza gösterip Türkiye AB'ye girerse bu, Türkiye'nin evcilleştirilmesi, tarihi misyonundan vazgeçmesi, tabii duruşunu terk etmesi anlamına gelecektir.
4" Türkiye'nin iktisadi, sosyal ve siyasi problemlerini, maliyetsiz görünen bir tercihle AB üzerinden halle çalışması, milli vicdanı yaralar. Artık fark etmeliyiz ki Türkiye, "ne kadar ciddi olduğu Batılılar tarafından pek de anlaşılmayan yarım ağız gayretiyle" AB'ye girmek arzusunu göstermekle, kendini herhangi bir devletin sosyal güvenlik şemsiyesi altına girerek mesleksizliğini, beceriksizliğini ve işsizliğini gizlemeye çalışan bir "iflâhsız" görüntüsü çizmektedir. İflâhsızlar muhataplarından saygı görmezler; nasihat ve tahkirden başka!
5" Türkiye'nin potansiyel enerjisini bütün kemâliyle harekete geçirerek ekonomide, hukukta, siyasette, temel haklarda ve sosyal hayatta AB standartlarını kendi kuvveleriyle yakalaması pekâlâ mümkün olduğu halde bu yönde gayret sarf etmeksizin AB kapılarını aşındırmak, neticede "bizi ancak AB adam eder" anlamına geldiği için haysiyet kırıcı bir anlam taşımaktadır.
6" Türkiye, AB ile iki devlet arasında eşitliğe dayanan münasebetler kurabilir, işbirliği yapabilir, anlaşmalar imzalayabilir ancak AB'ye girmekte asla istekli davranmamalıdır, zira AB'ye giriş arzusu izhar etmek, bizi AB karşısında mâdun ve ricacı mevkiinde bırakıyor.
7" "AB'ye girmeyelim hatta girip girmemeyi tartışmayalım bile" demek, zımnen Türkiye'nin İslâm âlemiyle veya Türklük dünyasıyla AB benzeri bir koalisyon kurması teklifi anlamına gelmez (keşke mümkün olabilseydi). Reelpolitik bize "İslâm âlemi" kadar "Türklük dünyası"nın da bir "zehî hayâl"i muhâl", bir "fiction", bir imkânsız ihtimâller hesabı olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin bu noktada izleyeceği politika, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesine uygun olarak "bağımsızlık" fikrini bütün kemâliyle kuvveden fiile geçirmektir.
8" AB'ye girmeyi, iç problemleri Avrupa'ya ihâle etmek fikriyle destekleyenler kadar, AB'ye muhalefeti dünyadan koparak otokrat, keyfi ve yarı militer bir idare üslûbu tutturmak şekliyle anlayanlarla hiçbir müştereğimiz yoktur. Türkiye kendi kuvveleriyle dünyaya açılmalı, şimdiki zamanın suallerine adam gibi cevap vermek anlamında çağdaşlığı yakalamalı, Batı dünyasının geliştirdiği üretim ve hukuk seviyesini kendi insanları için baştan çıkarıcı bir lüks unsuru gibi görmemelidir.
9" "AB'ye girmezsek Batılılar veya dış dünya bizi dışlar" mantığı gözbağcılıktır. Çalışkan, onurlu, verimli, aklî ve medenî toplumlara "beğenmeseler bile" herkes saygı duyar; Türk toplumunun kendi kuvveleriyle bu hedeflere ulaşamayacağını düşünmek en hafif tabirle millete saygısızlıktır.
10" İdamın kaldırılmasını günün en mühim meselesiymiş
gibi takdim etmek, hedef gizlemek anlamına gelir ve kayıkçı dövüşünün vesilesinden ibarettir. İdam fiilen kalkmıştır, yarın hukuken de mülgâ haline getirilir ama bu, meselâ Türk hukuk sisteminin niçin tutarlı bir infaz felsefesine sahip olmadığı sualine cevap teşkil etmez.
11" "AB'ye girmeliyiz" hakiki anlamda bir siyaset değildir; yukarda izah edildiği şekliyle "girmeyelim" fikrinde direnenlerin de siyaset ürettiği söylenemez. Türkiye'nin "kırk satırla kırk katır"dan daha zengin alternatifli politikalar da üretebilmesi gerekir.
12" Ve en'netice, AB'ye girmek, Atatürk'ün "istiklâl"i tamme" düstûruna muhalefet etmektir; ne var ki Türk iktisâdiyatını yabancı finans çevrelerinin insaf ve inisiyatifine terk edenlerden bu hassasiyeti anlamalarını beklemek beyhûdedir.