ABD, Türkiye'yi işgale kalkışırsa...

Kötü ihtimâller içinde en kuvvetli olanı, sıcak çatışma şartlarına girmeksizin Türkiye"de ABD politikalarının ağırlığını hissettir- mesidir; çatışmadan yenilmek. ABD"nin Irak harekâtı, görünürde Saddam rejiminin çökmesiyle sonuçlanmış gibi görünüyorsa da, bu olaylar esnasında Türk tezlerinin de ağır bir mağlubiyete uğradığını söyleyebiliriz.

Güney kara sınırlarımızın yarısında rejim, hükümet ve komşu değişirken Türkiye"nin "kütle gücü" tesir icrâ edemedi. Harekât"ın en kritik günlerinde "net tutum" takınmakta zorlandık. Neticede ABD, en yetkili ağızlarından Türkiye"ye kırgınlığını açıkça dile getirerek bölgede Türk Devleti"nin eski pozisyonlarını koruyamayacağını kaba bir tarzda ortaya koydu. Şu günlerde Türkiye-ABD ilişkilerinde bir rehabilitasyon dönemi yaşanıyor. Türkiye, "ABD muhalifi" bir strateji geliştirmeyi aklından bile geçirmiyor; aklı başında görüş sahipleri ise böyle bir tutumun neredeyse çılgınlık olacağını ileri sürüyorlar. Ne var ki ABD, yine en yetkili ağızları aracılığı ile Ortadoğu bölgesinde kalıcı ve "tayin edici" bir rol üstlenmekte kararlılıklarını vurgulayarak iki kadim komşumuz İran ve Suriye üzerinde politik markaj uygulamasına geçmiş bulunuyor.

Bu noktada insan ister istemez, "vadesi belirsiz bir gelecekte ABD, Türkiye üzerinde de bir politik ve askeri baskı uygulamaya kalkışırsa, Türkiye"nin muhtemel tepkisi ne olur?" sorusu üzerinde düşünmeye başlıyor. Görünürde böyle bir baskıya maruz kalmak için mâkul sebep yok: Türkiye, batı standartlarında bir demokratik kamu nizamını samimiyetle hayata geçirmek için gönüllü ve belirgin adımlar atıyor. Türk intelijansiyası Tanzimat"tan bu yana gönlü ve aklıyla batı dünyasına yakınlaşmak gayreti içinde. Bu uğurda milli menfaatlerimizi zedeleme ihtimâline bile aldırış etmeksizin batı dünyasıyla hem-âhenk olmak için önümüze getirilen her türlü sözleşmeyi imzalamakta hâhişkârız. Batı standartlarında uygulayamıyor olsak da kamu hukukumuz, yetmiş seneden beri "laik" bir karakter taşıyor. Kaldı ki Türkiye, savunma ihtiyaçları için tercih ettiği silah sistemleri itibariyle batı dünyasına ve teknolojisine hâlâ bağımlı durumda. Yani görünürde batılı bir güçle, özellikle ABD ile askeri plânda karşı karşıya gelmemiz için ideolojik veya mâkul bir gerekçe bulunmuyor.

Irak harekâtından sonra ABD"nin dış politikasında önemli bir paradigma farklılığı, çok ciddiye alınması gereken bir rota değişikliği farkediliyor. Yeni dünya düzeni içinde ABD"nin Türkiye"yi nasıl değerlendirdiğini henüz bilmiyoruz; belirsizlik son derece yoğun ve bu müphemiyet, II. Dünya Savaşı"ndan sonra sarsılmadan duran dengelerin hep sürüp gideceği inancı üzerine bina edilmiş dış politika beklentilerimizi yerle bir etmiş durumda.

Suali tekrarlayalım: Günün birinde ABD, Türkiye"yi de -kendi tabirleriyle- hürleştirmeye ve demokratikleştirmeye kalkışırsa ne yapacağız?

...

Bir kriz senaryosu yazmaya çalışıyorum çünkü bölgede böyle bir ihtimâli hâtıra getirecek mühim dönüşümler yaşanmakta. Irak"ın işgalinden önceki bölge dengeleri altüst oldu; Suudi Krallığı"nda bile çok dikkatle izlenmesi gereken terörist eylemlerin varlığı, kapı komşumuz İran"da serbestî taraftarı üniversite gençliğinin sokak çatışmalarını bile göze alacak derecede cesaretlenmeleri sebepsiz olmasa gerektir. Ege"de eski "dog fight", yani it dalaşı çatışmalarının Yunanistan tarafından yeniden gündeme getirilip ısıtılması, AB"nin 2004"teki müzakerelere başlangıç için Türkiye"nin herhangi bir komşusuyla sınır ihtilâfı içinde olmaması gibi ilginç şartlar öne sürmesi de sebepsiz değil. Güneydoğu"da ise artık cılız Saddam veya IKDP kuvvetleriyle değil, Amerikan yönetimiyle komşu olduk. Bütün veriler, bölgedeki dengelerin -icabında siyasi harita değişikliğine kadar uzanabilecek derecede- değiştiğini ve değişebileceğini işaretliyor.

Diplomatik tekniklerle veya mevcut ittifakların koruyuculuğuna güvenerek böyle bir saldırıyı defetmenin mümkün olmayacağını tahmin etmek hiç de zor değil. ABD, Irak Harekâtı öncesinde Birleşmiş Milletler hukukunu hiçe saydı ve aslına bakılırsa milletlerarası hukuk bakımından Irak"taki Amerikan varlığı, "işgal kuvvetleri"nden başka bir sıfatla nitelenemez. Sınır komşularımızdan bir kısmı, böyle bir ihtilâfta bize destek gösteremeyecek kadar zayıf, kalanı ise "ne dost ne düşman" konsepti içinde mütalaa edilebilecek ülkeler. Avrupa Birliği"nden böyle bir kriz halinde diplomatik destek ümit edebilir miyiz? Hiç zannetmiyorum, zira AB, Avrupa anakıtası üzerinde bile ABD"ye karşı bir savunma savaşı verebilecek askeri altyapıdan mahrumdur; istese bile gücü yetmez ve bu zaafiyeti eninde-sonunda AB"nin dağılmasına ve satvetinin gölgelenmesine sebep olacaktır. Kaldı ki barış zamanında bile Türkiye ile beraberliği hayalhânesine sığdıramayan Avrupalılar için ABD karşısında Türk tezlerini ve politikalarını desteklemek muhâl ihtimâlin ta kendisi olur.

Tâkatleri yetmese de dostluklarından emin olduğumuz birkaç ülkenin en azından "jest" seviyesinde kalacak desteğinden emin olabilir miyiz: Pakistan, Azerbaycan, Malezya?

Bu noktada yapılması muhtemel bütün zihni analizler, ABD ile çatışmanın, sadece Türkiye için değil, her ülke için kesin mağlubiyet demek olacağı hususunda birleşecektir. Vâkıa Türkiye, silahlı kuvvetlerinin kalitesi ve ateş gücüyle bölgenin en dikkate değer gücünü temsil ediyor. Türkiye"yi bu bakımdan herhangi bir Ortadoğu ülkesiyle kıyas etmek düşünülemez bile; kaldı ki -hafazanallah- böyle bir bâdirede Türkiye"nin, özellikle Türk halkının mukavemeti sadece ordusunun ateş gücüyle sınırlı kalmayacak, ABD, Irak"ta elde ettiği türden kolay bir başarıyı bu topraklar üzerinde asla yakalayamayacaktır; ABD açısından böyle bir teşebbüs uzun zaman isteyen, pahalı ve zayiatı yüksek bir harekât olur ama "zor oyunu bozar" denilmiştir; geciktirilse, pahalıya mal edilse de yüksek askeri teknolojinin tayin ediciliğinde geçecek böyle bir çatışma sonucunda düşmanı denize dökmek ihtimâlimizin zayıflığını kabul etmemiz gerekebilir.

Sıralamaya çalıştığım kötü ihtimâller içinde en kuvvetli olanı, sıcak çatışma şartlarına girmeksizin Türkiye"de ABD politikalarının ağırlığını hissettirmesidir; çatışmadan yenilmek: İhtimâllerin arasında elbette bunu da kaale almalıdır.

...

Bu kâbus senaryosunun tahrik etmesi gereken zihni egzersizlere şu günlerde büyük ihtiyaç duyuyoruz. Olacakları önceden kestirebilmek ve muhtemel davranış senaryoları hazırlamak, "öngörememek"ten daha iyidir.

OKUNASI KİTAPLAR BUNLAR

OSMANLI; İNSANLIĞIN SON ADASI

Mustafa Armağan, Aksiyon okuyucuları için âşinâ bir isim; bu isim bana hep "çalışkanlık ve verimlilik" kavramlarını hatırlatıyor ama Mustafa Armağan"ın vasıflarını iki kelimeyle sınırlandırmak haksızlık olur: Herşeyden evvel o, büyük bir ehliyetle yürüttüğü editörlük ve derlemecilik faaliyetiyle fikir dünyamıza kalıcı iz bırakmayı başarmış bir insandır. Tercümelerini ihmâl edebilir miyiz? Ve nihayet te"lifçi kimliği ile sekizinci eserini de tamamlamış bulunuyor: "Osmanlı; İnsanlığın Son Adası"

Kitap, Osmanlı tarihinin ayrıntılarını ehil bir tarihçi, dikkatli bir münekkid ve usta bir kalem adamı kimliğiyle irdeleyen, okuyucuya yeni dikkatler ve bakış açıları sunan, Osmanlı tarihi üzerindeki kalıplaşmış önyargıları temiz havaya çıkaran ve en güzeli öğreten bir nitelik taşıyor. Bir teknik, bir disiplin, bir felsefe ve düşünme tarzı olarak tarih fikri, Mustafa Armağan"ın kaleminden bu kitapta şaşırtıcı bir rahatlık ve kolaylıkla okuyucuyu cezbederek onu meselenin bir parçası haline getiriyor; ne yazık ki Türkiye"de bu düşünce ve okuma plastiğini okuyucuya telkin edebilecek tarih yazarı fazla değildir. Mustafa Armağan, zengin ve esaslı fikri altyapısından kazandığı metânetle nice tarihçinin suskun veya miyop görünmeyi tercih ettiği meselelerde talâkatle söz söylüyor. Gıbta etmedim desem yalan olur.

Mustafa Armağan, Osmanlı; İnsanlığın Son Adası, Ufuk Kitapları, İst., 2003, 368. s. (www.da.com.tr)

ALEV ALATLI İLE TÜRKİYE VE DÜNYA

Alav Alatlı, Türkiye"nin en dikkate değer entellektüellerinden biri; kitap dünyasında daha ziyade romancı kimliğiyle öne çıkması yanıltmamalı. Eğer Türkiye"de, herhangi bir resmi kurumun dışında gayrıresmi bir "think tank" kuruluşu oluşturmak icab etse, Alev Alatlı ilk akla gelen isimlerden birisi olurdu. Düşünür"lük sıfatını sanatçı kimliğiyle birleştirebilmiş bir "aksiyoner"dir o. Eserlerini yazarken "edebiyata katkı olsun" diye çalışmaya başlamadığını hemen hissettiren velûd bir fikriyatçı.

Sohbet tarzında gelişen ve karşılıklı soru ve cevaplardan meydana gelen metinler, rahat ve hızlı okumaya fırsat verdiği gibi, ana fikri ne kadar seviyeli olursa olsun -tarzın tabiatından kaynaklanan- kolay anlaşılırlık vasfıyla hoşuma gidiyor. Ufuk Kitapları, büyük ilgiyle karşılanan sohbet (röportaj) kitapları dizisinden bu defa Alev Alatlı ile yapılmış sohbetleri ihtiva eden "Alev Alatlı ile Türkiye ve Dünya" isimli yeni bir kitapla "yaz okumaları"na katkıda bulundu. Hemen belirtmeliyim ki yaz ve tatil rehaveti içinde kolayca okunacak ve elden bırakıldığı anda unutulacak cinsten bir çalışma değil bu; bilakis zihne beyin fırtınaları estirecek doğurganlıkta bir eser. Hararetle tavsiye ederim.

Alev Alatlı ile Türkiye ve Dünya, Haz: Zafer Özcan, İst., 2003, 184 s.

(online satış için: www.da.com.tr)


Kaynak (Arşiv)